İnternetin ortaya çıkışı tam anlamıyla devrim niteliğindeydi. Filtrelenmemiş bilgiye erişim, sınırsız yaratıcılık ve başkalarıyla bağlantı kurma fırsatları vaat ediyordu. Ancak dijital özgürlük ütopyası parçalanıyor ve giderek bir kafesi andıran bir sistemin yükselişine tanıklık ediyoruz. Bugün bunun neden böyle olduğunu ve bizi nereye götürebileceğini açıklayacağım.
"Ücretsiz" Olmanın Bedeli Özgürlük Olduğunda
Her şey fark edilmesi zor bir şekilde başladı. Sosyal medya platformları ve çevrimiçi hizmetler kendilerini açık iletişimin şampiyonları olarak tanıttılar. “Ücretsiz kullanın,” dediler, ancak asıl maliyet ince yazılarda saklıydı. Kullanıcı verilerinden devasa hazineler topladılar ve bizi müşteriden ziyade birer meta haline getirerek bunları kâra dönüştürdüler. Dijital özgürlüğün geniş manzarası yavaşça bizi aydınlatmak için değil, bizi ekranda tutmak için tasarlanmış algoritmaların yönettiği bir labirente dönüştü.
Bu sadece reklamlarla ilgili değildi. Kamuoyu manipülasyonu, bölünmeleri körükleme ve öfke yaratma aracı haline geldi. Bir zamanlar kasaba meydanları gibi hissettiren dijital alanlar, birer gözetim devleti savaş alanına dönüştü.
KONSOLİDASYON: ALTINDAN HAPİS
İnternetin erken dönem cazibesi, merkezi olmayan yapısında yatıyordu. 2000'lerin başlarında küçük web siteleri, bloglar ve forumlar gelişiyordu. Ancak bugün, birkaç büyük teknoloji devi çevrimiçi etkileşimlerin çoğunu kontrol ediyor. Google neyi göreceğimizi belirliyor. Meta kiminle bağlantı kuracağımıza karar veriyor. Amazon, ne istediğimizi bizden önce biliyor. Bir zamanlar doğal kabul ettiğimiz merkezsizleşme, yerini neredeyse mutlak güce sahip tekellere bıraktı.
Her yeni güncelleme ve "kullanıcı sözleşmesi" kapıları biraz daha sıkı kapatıyor. Bir zamanlar dijital mülkiyetinize sahip olabiliyordunuz—dosyalarınız, müziğiniz, hatta cihazlarınız. Şimdi abonelikler kiralıyor, lisanslar ödünç alıyor ve çıkması son derece zor olan ekosistemlere hapsoluyoruz.
GÜVENLİK ADINA SANSÜR
Günümüzün en acımasız ironilerinden biri, kamunun güvenlik bahanesiyle sansüre ne kadar kolay teslim olduğudur. Bir zamanlar ifade özgürlüğünü kutlayan platformlar, bugün bunu “zarar azaltma” ya da “topluluk standartları” adı altında kısıtlıyor. Bazı kurallar gerekli olsa da, koruma ile baskı arasındaki çizgi çok ince. Bugün, hangi seslerin yükseltilmeye layık olduğuna ve hangilerinin susturulacağına bir avuç şirket karar veriyor.
Daha da korkutucu olan, bu kararların çoğu zaman otomatik olarak verilmesidir. Bir zamanlar insanlığın en büyük müttefiki olarak görülen yapay zeka, bugün çevrimiçi ifade için yargıç, jüri ve cellat rolü üstleniyor. Derdinizi bir bota anlatmaya çalışın da görelim.
GERİ DÖNÜŞ MÜMKÜN MÜ?
Dijital özgürlük, tıpkı güven gibi, kaybetmesi kolay, geri kazanması zordur. Bunu tersine çevirebilir miyiz? Belki. Mastodon gibi merkezsiz platformlar ve blok zinciri tabanlı sistemler umut ışıkları sunuyor. Ancak kendimizi kandırmayalım—tekelleşmiş sistemlerin sunduğu kolaylıkları aşmak çok büyük bir görev.
Sonuçta, tek yol toplumun dijital haklarını geri kazanmasıdır. Şeffaflık talep edin. Kullanıcı bağımsızlığını önceliklendiren platformları ve politikaları destekleyin. Unutmayın, tıkladığınız her “Kabul Ediyorum” düğmesi özgürlüğünüzü biraz daha aşındırıyor olabilir.
Dijital kafes henüz tamamen şekillenmedi, ancak parmaklıklar kapanıyor. Eğer şimdi harekete geçersek, belki onları aralayabiliriz.
Özgürlüğün yerini kolaylık aldığında, unutmayın: kolaylık, maliyetine değmez.