Orta Doğu’da Soğuk Satranç: SDG, CENTCOM ve Yeni Suriye

YAYINLAMA
16 Mart 2025 11:01
GÜNCELLEME
24 Mart 2025 11:40

Orta Doğu’da sepetteki yumurtalar yeniden dağıtılıyor!

Öncelikle, “Bize ne Suriye’den?” diyenler için bir gerçeği hatırlatalım: Suriye iç savaşında, Suriyelilerden sonra en büyük bedeli biz ödedik.
 • Suriyeli mülteciler: Türkiye, dünyada en fazla mülteciye ev sahipliği yapan ülke konumunda.
 • Terör eylemleri: DEAŞ, PKK ve YPG’nin Reyhanlı, Suruç, Gaziantep, Ankara Garı, İstanbul Sultanahmet, Beşiktaş ve Taksim’de gerçekleştirdiği kanlı terör eylemleri yüzlerce masum canımızı aldı.
 • Sınırımızda kurulmak istenen terör devleti: Fırat Kalkanı, Barış Pınarı ve Zeytin Dalı operasyonlarıyla bu plan akamete uğratıldı. Ancak tehlike hâlâ devam ediyor.

Şimdi gelelim Orta Doğu’daki son gelişmelere... Orta Doğu, özellikle Suriye, Irak, İran ve Filistin için hep şu söz söylenir: “Hiçbir zaman yumurtalar aynı sepete konulmaz.”

Bu sözün ne kadar doğru olduğunu, Suriye rejimi ile SDG (Suriye Demokratik Güçleri) arasında imzalanan anlaşma ve sonrasında yaşanan gelişmeler bir kez daha kanıtlıyor.

*

AHMED EL-ŞARA’NIN ARAP ZİRVESİ: YENİ BİR UMUT MU?

Suriye Geçiş Dönemi Cumhurbaşkanı Ahmed el-Şara, 27 Şubat 2025’te Mısır’ın başkenti Kahire’de düzenlenen acil Arap Birliği Zirvesi’ne katıldı.

Zirvede yaptığı açıklamada, “Suriye’nin bölünmez toprak bütünlüğünü sağlamaya kararlıyız.” dedi. Bu açıklama, Suriye genelinde bir yumuşama havası yarattı ve halkta, herkesi kapsayan istikrarlı bir devlet kurulabileceği umudunu güçlendirdi.

Ahmed el-Şara'nın Kahire'deki Filistin Zirvesi'nden dönmesinden birkaç saat sonra, Suriye'nin sahil bölgesinde Esad rejimi kalıntılarının çıkardığı çatışmalara sahne olmasının tesadüf olduğunu düşünmüyorum.

Suriye’deki bu yeni atmosfer, bazı aktörlerin (ABD, İran, Rusya, İsrail) işine gelmedi. Özellikle İsrail, Suriye’de istikrar sağlanmasından rahatsız.

Çünkü Suriye’de istikrar, İsrail’in bölgedeki gücünü zayıflatabilir. İsrail, Suriye ve komşu ülkelerde ne kadar çok kaos ve bölünmüşlük olursa, kendi işgal politikalarını o kadar meşrulaştırabilir.

ABD de benzer şekilde, istikrarlı bir Suriye devletini desteklemiyor. Çünkü bölgedeki kaos, ABD’nin askeri varlığını ve etkisini sürdürmesine olanak tanıyor.

Rusya ise Esad rejiminin devrilmesiyle Suriye’deki kontrolünü kaybetti. Bu yüzden, Esad rejiminden kalan artıkları organize etmiş olabilir. Hatta Alevilerin yoğunlukta olduğu bölgelerde çatışmalar çıkararak yeni Suriye yönetimini zor durumda bırakmak isteyebilir.

Tabii İran’ı da unutmamak lazım. İsrail’in Gazze ve Lübnan’a saldırıları, İran içinde İsrail’in düzenlediği suikastlar olsun, Esad rejiminin de devrilmesiyle oldukça sarsıcı bir güç kaybı yaşadı. Hatta bu dönemi İran’ın en kötü dönemi diyebiliriz.

Yani bu sahil bölgesinde, planlanmış bir çatışma olduğu açıkça belli olan üzücü olayda tek bir aktörün değil; yukarıda gerekçeleriyle saydığım bölgenin baş aktörlerinin, organize bir şekilde olmasa da bu işte her birinin parmakları olduğunu düşünüyorum.

*

AHMED EL-ŞARA’NIN İNTİKAM SÖYLEMİ VE GÜVENLİK GÜÇLERİNİN TUTUMU

Ahmed el-Şara, yönetimi ele geçirdikten sonraki ilk açıklamalarında, “İntikam hissiyle hareket etmeyeceğiz.” demişti. Ancak güvenlik güçleri, çatışmaları durdurmak için bölgeye gittiğinde içlerinden bazıları bu sözü unutmuş gibi davrandı.

Bu durum, aslında Suriye’nin içinde bulunduğu karmaşık yapıyı gözler önüne seriyor. 13 yıllık iç savaş ve 61 yıllık Baas rejimi, toplumun farklı kesimleri arasına kanlı derin ayrılıklar soktu.

Nusayri azınlığın yönetiminde geçen on yıllar, toplumda büyük bir güvensizlik yarattı. Bu da küçük bir provokasyonun veya küçük bir kışkırtmanın/çatışmanın büyük bir kaosa dönüşmesine neden oluyor. Yani önümüzdeki dönemlerde bu tarz azınlık sorunlarını daha çok göreceğiz.

Ancak Suriye’dekilerin unutmaması gereken bir şey var; eski hesapları görmeye kalkmak, Suriye’nin parçalanmasına yol açar. Elbette 61 yılın tortusunun 61 günde kalkması beklenemez. Ancak uzlaşma, diyalog, sabır ve güçlü bir irade ortaya koymak, Suriye’nin geleceği için tek çözüm diyebiliriz.

*

SURİYE’NİN ŞEKİLLENMESİNDE ÜÇ VİZYON

Suriye’nin bu şartlar altında yeniden şekillenmesinde üç vizyon var. Bunlardan biri koşullar ve şartlar düşünüldüğünde oldukça zor:

  1. Türkiye vizyonu: Toprak bütünlüğü korunan, uyumlu bir Suriye inşası. Eğer Türkiye, İsrail ve ABD’ye rağmen, İran’ın 2003 savaşından sonra Irak'ta kendisine benzer yeni bir rejim ortaya çıkarması gibi her kesimi kapsayan istikrarlı bir devlet kurabilirse; hem terör üreten bir bölgeden kurtulmuş olacak hem de mültecilerin gönüllü olarak ülkelerine dönmelerini sağlayabilecek. Hatta Suriyelileri ideolojik kavram karmaşasından kurtarmış olacak.
  2. İsrail'in vizyonu: Suriye'yi mezhepsel ve belki de bölgesel temelli bölmek. İsrail, tıpkı Lübnan’da yaptığı gibi yeni rejimi güçlenmeden zayıflatma peşinde. Bunun için mezhepsel çatışmaları tetikliyor: Lazkiye’de Alevi topluluklara silah desteği vermesi, Dürzileri koruyacağını bildirmesi, SDG’ye destek çıkacağını açıklaması gibi. Ve bunlara ek olarak devletin kurulumunu yavaşlatıp zaman kazanmak için Suriye’nin askeri mühimmat depolarını ve altyapısını çökertecek alanları bombalayarak yok ediyor.
  3. Saf Suriyeli milliyetçiliği: Yerel Suriye vizyonu. Bu ihtimalin ortaya çıkma olasılığı çok düşük. Çünkü Suriye içinde çok fazla farklı görüşlere sahip silahlı gruplar ve yabancı teröristler var. Ve elbette Türkiye hariç, az önce saydığım aktörlerin bu atmosferin oluşmasına izin vereceğini sanmıyorum.

Suriye için iki kurtuluş var: en garantili olanı birinci vizyon, ikincisi de oldukça düşük olan üçüncü vizyon.

*

SURİYELİ YAHUDİ LİDERDEN UMUT VEREN YAKLAŞIM

Birkaç gün önce Anadolu Ajansı, Esad rejiminin yıkılmasının ardından ülkelerine geri dönen Suriyeli Yahudilerle ilgili bir haber yayımladı.

Gazeteciler, Suriye Yahudi Cemaati Başkanı Bahur Chamntoub'a, İsrail'in kendilerini temsil edip etmediğini sordu. Chamntoub bu sorudan fena halde rahatsız oldu ve verdiği cevapta da bu rahatsızlığını şöyle dile getirdi:

 “Onlar İsrailli, biz Suriyeliyiz.”

Chamntoub'un bu cevabı her şeyi özetliyor diyebiliriz; çünkü aslı ve kökeni temel alıyor, uyruğunu yüceltiyor ve onu diğer her şeye tercih ediyor.

Yaptığı bu açıklama elbette en doğrusu; zira onun Suriyeliliği, Yahudiliğinden önce geliyor.

Çünkü anavatana bağlılık ve aidiyet, herkesi aynı kökene ait kılar ve aynı çatı altında yaşamasını sağlar. Bu da halkı bölebilecek her şeyin önüne geçer.

*

DÜRZİLER İKİYE BÖLÜNDÜ

Bu süreçte Dürziler ikiye bölündü diyebiliriz.

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed el-Şara, 11 Mart 2025 tarihinde Şam'da Süveyda Bölge Valisi Mustafa El Bakur ve önde gelen Dürzi liderlerle bir araya geldi.

Görüşmelerde, Süveyda'daki tüm kurumların Şam hükümetine entegre edilmesini öngören bir anlaşma imzalandığı iddia edilirken; Dürzi ruhani lideri Hikmet el-Hicri, Şam'daki mevcut hükümeti "aşırıcı" olarak nitelendirdi.

Dürzi Harekat Komutanı Baha el-Cemal ise Şara'yı cumhurbaşkanı olarak tanımadıklarını ve anayasa taslağını kabul etmediklerini belirtti.

Ancak bazı Dürzi figürlerinin açıklamaları da Chamntoub'un açıklamasından farklı değildi.

Birden fazla Suriyeli Dürzi figürden her zaman ülkelerine bağlı ve ona ait olduklarını, hiçbirinin İsrail'in kendilerine sağlayacağını söylediği korumayı talep etmediği açıklamalarını duyduk.

*

SDG’NİN ŞAM’LA İMTİHANI: TESLİMİYET Mİ, TAKTİK Mİ?

Mazlum Abdi’nin Suriye yönetimiyle imzaladığı anlaşmayı açıkçası “teslimiyet” olarak görmüyorum.

SDG’nin yeni hükümetle olan bu anlaşmasını, siyasi geleceğini güvence altına almak için attığı taktiksel bir adım olarak okuyabiliriz.

Peki neden?

  1. Yeni rejimin Lazkiye’deki çatışmaları yaşanan olumsuzluklara rağmen kısa sürede kontrol altına alması,
  2. Türkiye’nin Suriye’de operasyonlara devam etmesinin oluşturduğu baskı,
  3. Washington’dan gelen çelişkili açıklamalar.

Yani SDG açısından bu anlaşma, Türkiye'nin müdahale gerekçelerini zayıflatmakta, ABD'nin desteğini sürdürülebilir kılmakta ve içeriye ve dışarıya "ayrılıkçı" olmadığı mesajını vermektedir.

*

CENTCOM’UN DÜĞÜMÜ: SAHADAKİ MÜTTEFİK, MASADAKİ BELİRSİZLİK

CENTCOM’un yıllardır desteklediği bir yapı olan SDG’nin, kendi güvencesini artık başka bir merkezde, Şam’da arıyor olması; ABD’nin bölgede ipleri kaybetmeye başladığının bir göstergesi diyebiliriz.

Hatta SDG’nin bu adımının ABD için hem bir uyarı hem de bir zayıflık işareti olduğunu söyleyebiliriz.

Şöyle düşünün: CENTCOM’un elindeki en güçlü sahadaki müttefik, artık başka bir merkeze bağlılık sözü veriyorsa, bu ABD'nin yalnızca Suriye'de değil, tüm Orta Doğu'daki konumunu zedeleyen bir gelişmedir.

Bu yüzden CENTCOM’un, SDG üzerindeki denetimi kaybetmemek için yeni anlaşmalar, yeni destek paketleri sunabileceği konuşuluyor. Ancak bu tutum da bölgedeki istikrarsızlığı kalıcılaştıran bir başka kısır döngü yaratıyor.

*

Sonuç ortada: Suriye’de bir oyun kuruluyor ve masada kartlar yeniden dağıtılıyor.
Biz sadece izlersek, bir gün bu kartlardan en kötüsü bize gelebilir.

Unutmayalım, sınırlarımızda şekillenen her yapı, ülkemizin geleceğini etkiliyor.

Türkiye bu denklemin dışında kalamaz. Kalırsa sadece seyirci olur. Seyirci olursa, kendi sahasında top koşturulur hale gelir. Bu nedenle Türkiye seyirci değil, oyun kurucu olmak zorunda.

Yorumlar (0 yorum)
Yorum kurallarını okudum ve kabul ediyorum.
Henüz yorum eklenmemiş, ilk yorum ekleyen siz olun.