"Deprem öldürmez, bina öldürür" diye yıllardır söylüyoruz.
Peki, binaları kim çürüttü?
İstanbul'un kaderi, birkaç müteahhidin cebine, birkaç siyasetçinin oy hesabına sığdırıldı.
Sadece İstanbul değil; bütün yurdumuz, siyasetçilerin ve bazı kurumların çirkin, kirli, ötekileştirici dillerinin ve çıkarlarının altında ezilmekte.
Bugün o faturayı hep birlikte ödüyoruz ve böyle giderse ödemeye de devam edeceğiz.
Ve hâlâ, sarsılan kolonlar kadar vicdanlarımızı da sarsacak bir yüzleşmeden kaçıyoruz.
Çünkü İstanbul'un deprem gerçeği, artık sadece jeolojik bir tehdit değil; siyasi çıkarların, sorumsuz yönetimlerin ve toplumsal körleşmenin iç içe geçtiği derin bir krizdir.
Ve iyi ki zarar vermeyen, can kaybına yol açmayan bir İstanbul depremi oldu da bu gerçekler tekrar sert bir tokat gibi yüzümüze vurdu.
Şimdi adım adım, bu kısır döngünün nasıl yaratıldığını ve nasıl hâlâ devam ettirildiğini konuşalım.
*
1. DEPREMİ BİLE SİYASETLE YÖNETMEK
İstanbul'un deprem riski yeni bir bilgi değil. 1999'dan bu yana her hükümet, her yerel yönetim bu gerçeği biliyor. Ancak ne yazık ki, deprem gerçeği bile siyasi çıkar hesaplarının gölgesinde yönetildi.
İktidarın Kusurları:
Kentsel dönüşüm projeleri, olması gerektiği gibi en riskli bölgelerden başlamadı. Oy potansiyeli yüksek ilçelere, lüks projelere, seçmeni memnun edecek alanlara yönlendirildi. TOKİ'nin yıllar içinde yürüttüğü birçok proje, sadece barınma ihtiyacını değil, seçim stratejilerini de önceledi.
Üstelik Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından çıkarılan "imar affı" yasaları, dayanıksız binaları yasal hale getirerek milyonlarca insanı daha büyük bir felaketin eşiğine itti. Kentsel dönüşüm fırsatının, bir güvenlik planı değil, rant ve oy makinesi haline geldiğini artık herkes biliyor.
Muhalefetin Tutarsızlığı:
Muhalefet de sütten çıkmış ak kaşık değil. İstanbul Büyükşehir Belediyesinin yıllardır gündeme getirdiği deprem master planı/deprem seferberlik planı, "şu gün şu saatte açıklanacak" denilmesine rağmen, o gün geldi geçti; hâlâ kamuoyuna şeffaf şekilde açıklanmadı.
➔ Hangi ilçelerde, hangi bölgelerde, hangi riskli binalar var?
➔ Hangi adımları atacaklar?
➔ Hangi bütçeyle bu dönüşüm sağlanacak?
Bu soruların net yanıtları hâlâ yok.
Üstelik bazı CHP’li belediyelerde, riskli yapı tespitlerinin bile siyasi hesaplara göre yapıldığı iddiaları var.
Özellikle Beyoğlu gibi tarihi bölgelerde, “seçmen yapısını değiştirmemek” uğruna dönüşüm projelerinin ertelendiği konuşuluyor.
Peki ya İmamoğlu’nun şu açıklamalarına ne demeli:
2019 yılında Babala TV Mevzular: Açık Mikrofon programında, Oğuzhan Uğur’un “İstanbul’un deprem sorununu siz göreve geldiğinizde ne kadar sürede çözmeyi planlıyorsunuz?” sorusuna,
"5 yılda çok hızlı hareket edilip çözülebilecek düzeyde" yanıtını vermişti.
Bu söylediklerini unutmuş olacak ki, 2024'te Cüneyt Özdemir'in “İçiniz rahat mı? İstanbul’u depreme ne kadar hazırladınız?” sorusuna,
"Mümkün mü 5 yılda? 25 yılda hazırlayamamışlar, ben mi hazırlayacağım 5 yılda! Bu mümkün değil" dedi.
Ha bir de Uğur Mumcu'nun çıktığı programda yaptığı daha da absürt açıklamalar var.
6 Şubat Sonrası İyi Bir Fırsat Olabilirdi:
Maraş depremi sonrasında İBB ve Bakanlık’ın birlikte hazırladığı eylem planı umut vermişti. Ancak iş birliği, siyasi tartışmalara kurban giderek yıprandı.
İş birliği yine yapılır mı bilinmez; yapılsa bile umarım bu sefer ömrü kelebek kadar kısa olmaz.
Özetle:
İktidar da muhalefet de deprem hazırlıklarını bir bilim ve güvenlik meselesi olarak değil, bir seçim yatırımı olarak gördü/görüyor.
Sonuç: İstanbul, hâlâ büyük bir depreme hazırlanmak yerine, büyük bir siyasi çekişmenin ve rant savaşının ortasında bekliyor.
*
2. LİNÇ KÜLTÜRÜYLE FELAKETİ ERTELEMEK
İstanbul için zaman hızla daralıyor. Ancak siyasi aktörlerin ve toplumun büyük kısmının önceliği, gerçekten önlem almak değil; birbirini suçlamak, linç etmek ve ötekileştirmek oldu.
Sosyal Medya Linçi:
Son yıllarda deprem bilimciler, İstanbul’un riskine dair defalarca uyarılarda bulundu.
Deprem konusundaki tartışmalarda uzmanlar da ikiye bölünmüş durumda:
- Kimisi yüreğimize korku ve umutsuzluk salacak açıklamalar yaptı,
- Kimisi ise çok büyük bir deprem olmayabileceğini ancak yine de önlem alınması gerektiğini belirterek daha soğukkanlı, içimizi bir nebze ferahlatacak açıklamalarda bulundu.
Ancak her iki taraf da sosyal medya linçlerinin gazabına uğradı.
"Panik yaratıyor, ekonomiyi baltalıyor, siyasi manipülasyon yapıyor" gibi ağır ithamlarla hedef gösterildiler.
Oysa gerçekler çok açık:
Her geçen gün ihmal edilen kentsel dönüşüm alanı, her denetimsizlik ve yetersiz yaptırımlar, deprem ülkesi olan Türkiye’nin geleceğinden bir parça daha çalıyor.
Siyasetin Linç Mekanizması:
İktidar cephesi, deprem gündemini zaman zaman fırsatçı bir şekilde kullanıyor. İBB'yi kayyumla devralma söylemleri bile tartışmaya açıldı.
(Şahsen, bu söylemlerin nabız yoklamak amacıyla ortaya atıldığını düşünüyorum ama bu başka bir köşe yazısının konusu, burada detayına inmeyeceğim.)
İstanbul'daki riskli binaların tespiti ve dönüşümü konusunda, CHP'nin iddia ettiği gibi merkezi hükümetin projelere müdahalesi var mı, net bilemiyorum.
Varsa bile bu bir mazeret sayılamaz. Çünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçmişte karşılaştığı onca engele rağmen İstanbul’a hizmet etmeyi ve sorunlarını çözmeyi başarmıştı.
İktidara benim buradaki eleştirim:
“Herkesin Cumhurbaşkanıyım” diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, özellikle İstanbul gibi zaten markalaşmış bir metropol şehrini, üzerine bir de ekonomi merkezi yapmaya çalışarak iyice ağırlaştırmasıdır.
Finans merkezinin İstanbul gibi zaten taşıma kapasitesini aşmış, deprem riski son derece yüksek bir şehre kurulması, bence büyük bir hataydı.
İstanbul bir düşse, Türkiye uzun yıllar belini doğrultamaz.
Öte yandan muhalefet de kendisini aklamaya çalışırken, "Bina denetimlerini engelleyen AKP'dir!" gibi genelleyici açıklamalarla tüm sorumluluğu tek tarafa yıkmaya çalışıyor.
Oysa afet yönetimi ortak bir sorumluluktur. Geçmişin günahı sadece bir tarafa ait değildir.
Çarpıcı Gerçek:
Şu tabloyu düşünün: Büyük İstanbul depremi olduğunda, ülkece kaybettiğimiz canları tartışmak yerine,
hangi partinin yönettiği belediyede daha çok insan öldü diye kavga edeceğiz.
Depremin bile siyasi bir skor tahtasına çevrileceği bir ülkede yaşıyoruz.
Bu gidişatla ne gerçek felaketler önlenebilir ne de gerçek adalet tesis edilebilir.
3. DEPREM RANTI VE SESSİZ ÇOĞUNLUK
Depremin kendisi değil, ona hazırlıksızlık ve fırsatçılık insan hayatını karartıyor.
İstanbul’da sadece zemin değil, vicdan da kayıyor.
Vatandaşa Sorular:
Bugün herkesin kendisine sorması gereken bazı sorular var:
- "Belediyenizin riskli binaları dönüştürmediğini bilirken, sandıkta oy verirken neyi düşündünüz?"
- "Müteahhidinize güvenip 'imar barışı'na destek verirken, çocuğunuzun okuduğu okulun depreme dayanıksız olduğunu biliyor muydunuz?"
- "Sadece partinizin adayı olduğu için göz göre göre riskli projelere evet dediniz mi?"
Siyasiler kadar vatandaş da bu döngünün bir parçası.
Bilinçsiz destek ve sessiz kalınan her ihmal, gelecekte ödenecek büyük bedellerin ön sözüdür.
Özellikle bazı şehirlerde bu döngü daha da belirgin:
Mesela İzmir.
Yıllardır aynı partiye (CHP) verilen sadık oylar sayesinde hizmet kalitesinde bir zorunlu iyileşme baskısı oluşmuyor.
Altyapı sorunları çözülmüyor, trafik ve kentsel dönüşüm projeleri aksıyor.
Ancak her seçimde aynı sonuçlar çıkınca, siyasetçilerde de rahat bir rehavet oluşuyor:
“Nasıl olsa bize oy verilecek” duygusuyla hareket ediyorlar.
Bu durum, demokrasinin sağlıklı işlemesini engelleyen en tehlikeli rahatlıklardan biri.
Keza benzer bir durum AK Parti'de de vardı. Erdoğan'ın nasılsa kazanacağı düşüncesiyle hareket eden bazı AK Parti belediyeleri, halkla bağlarını koparmış ve hizmeti aksatmıştı.
Rantın Karanlık Yüzü:
Deprem yalnızca bir doğa olayı değil; bazı çevreler için kârlı bir iş kapısı haline gelmiş durumda:
- Deprem vergileri: 1999’dan beri toplanan milyarlarca liralık özel iletişim vergisinin nereye harcandığı hâlâ net şekilde açıklanmadı.
- Deprem ticareti: Ticaret Bakanlığının açıklamasına göre, İstanbul’daki deprem sonrası 236 işletmenin, 1079 üründe (deprem çantası, çadır gibi kritik ürünler) fahiş fiyat artışı yaptığı tespit edildi.
(Allah korusun, iyi ki İstanbul yıkılmamış; yoksa fırsatçıların nasıl çirkinleşebileceğini 6 Şubat depremlerinde zaten gördük.) - Enkaz ihaleleri: Deprem sonrası açılan enkaz kaldırma ve yenileme ihaleleriyle belirli şirketlerin zenginleşmesi, kamu vicdanında büyük yaralar açtı.
Acının bile ticaret malzemesine dönüştüğü bir düzenin içinde yaşıyoruz.
Oysa deprem sonrası olması gereken ilk refleks, insan hayatını önceliklendirmek olmalıydı.
İstanbul’da Deprem Gerçeği: Rakamlarla Çıplak Hakikat
İstanbul’daki deprem hazırlıklarına dair gerçek tablo, yalnızca siyasi söylemlerden ibaret değil; somut rakamlarla gözler önünde:
İstanbul’da kentsel dönüşüm kapsamında sahada şu anda yürütülen çalışmaların:
%65’i Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından yürütülüyor (yaklaşık 126.578 bağımsız bölüm).
%34’ü özel sektör eliyle yürütülüyor (yaklaşık 67.005 bağımsız bölüm).
%1’i ise İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından gerçekleştiriliyor (yaklaşık 2.015 bağımsız bölüm).
*
İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu döneminde, kentsel dönüşüm süreçlerine yönelik toplam 53 dava açıldı. Açılan bu davaların önemli bir kısmı, riskli yapıların yıkımına ve dönüşümüne itiraz amacı taşıyor. Pek çoğu hâlâ sürerken, bazı projeler dava süreçleri nedeniyle ciddi şekilde yavaşladı.
Meral Akşener ve bazı CHP'li milletvekilleri, özellikle 2021-2023 arasında İstanbul'un riskli bölgelerinde (Üsküdar Kirazlıtepe, Eyüpsultan İslambey ve Gaziosmanpaşa Sarıgöl gibi) başlatılan kentsel dönüşüm projelerine fiilen müdahale etti. Tüm baskılara rağmen bazı projeler başarıyla tamamlandıysa da, birçok alanda süreçler büyük gecikmelere uğradı.
Bu veriler, kimin ne kadar iş yaptığını ya da iş yapmayı nasıl zorlaştırdığını rakamlarla gözler önüne seriyor.
*
MERAK EDENLER İÇİN DAVALIK PROJELER:
Müdahalelere Rağmen Tamamlanan veya İlerleyen Kentsel Dönüşüm Projeleri:
Beykoz Tokatköy Mahallesi:
-Tüm dava ve direnişlere rağmen, 2023 sonunda ilk etap konutların büyük kısmı tamamlandı.
-Hak sahiplerine daire teslimleri başladı.
-Süreç yer yer gergin geçti ancak proje durmadı.
Güngören Tozkoparan Mahallesi:
-Akşener’in "durdurduk" dediği yerin kentsel dönüşümü 2024 itibarıyla yeniden başladı.
-Mahkemeler bazı kararları iptal etse de, Güngören Belediyesi ve Çevre Bakanlığı süreci hukuki boşlukları doldurarak sürdürdü.
-Şu anda birçok bina yıkıldı ve yeni konut inşaatları devam ediyor.
Esenler 60 Bin Konut Projesi:
-Açılan davalara rağmen 2025 itibarıyla 15 bine yakın konut tamamlandı.
-Projenin önemli bir bölümü etap etap bitiriliyor.
-Bazı kısımlarda mahkemeden iptal kararları gelse de, revize edilen planlarla süreç devam etti.
Gaziosmanpaşa ve Üsküdar (Kirazlıtepe, Ferah Mahallesi):
-Gaziosmanpaşa’da 2023 itibarıyla binlerce konutun temeli atıldı, bazı alanlarda teslimatlar başladı.
-Kirazlıtepe ve Ferah Mahallesi'nde uzun davalar ve direnişlere rağmen dönüşüm projeleri tamamlandı ve hak sahiplerine yeni daireler verildi.
Tuzla Projeleri:
-Davalara rağmen projelerin çoğu askıya alınmadı.
-2024 itibarıyla dönüşüm çalışmaları devam ediyor.
*
Yani dava ve direnişlere rağmen çoğu yerde dönüşüm durmuş değil. Sadece:
Bazı yerlerde hukuki süreçler nedeniyle zaman kaybı yaşandı.
Projelerin yavaşlamasına, bazı etapların gecikmesine neden oldu.
İptal edilen projeler genelde plan değişikliği yapılarak yeniden başlatıldı.
4. SONUÇ: POLİTİK ENKAZIN ALTINDA UMUDU YEŞERTMEK
Türkiye’nin en büyük gerçeği depremdir. Ancak deprem, ne yazık ki siyasetçilerin kısa vadeli çıkar hesaplarında, halkın ise sadakat körlüğünde kaybolmuştur.
Deprem değil, ihmal öldürür.
İhmalin kaynağı ise siyasetin çıkar hesaplarına saplanmış olmasıdır.
İstanbul'un ve Türkiye'nin kaderi artık siyasi rekabetin gölgesinde şekillenmemeli.
Hayatlarımız, hangi parti kazanacak tartışmasından çok daha değerlidir.
Bu bir parti meselesi değil; ortak insanlık ve ortak vicdan meselesidir.
Şimdi siyasetin sesini değil; bilimin ve sağduyunun sesini yükseltme zamanı.
Denetimleri artıralım, yaptırımları caydırıcı hale getirelim, zıtlaşmayı değil, iş birliğini seçelim.
İhmali engellemek için el ele verme zamanı.
Çünkü gerçek enkaz, depremin değil; suskunlukla büyütülen ihmallerin enkazıdır.
Ve her yeni gün, bu enkazı kaldırmak için bir umuttur.
Ülkemizin üzerine çöken politik enkazı kaldırma zamanı geldi. Türkiye yıkılmadan, vicdanlarımızı sarsalım.