İnce bir buz üstünde ‘Terörsüz Türkiye’...
Evet, tam anlamıyla ince bir buzun üstündeyiz. O kadar hassas, o kadar kırılgan ve zor bir süreçten geçiyoruz ki; her kelimenin, her jestin bir karşılığı var.
Bu, sabrın, sağduyunun ve üslubun her zamankinden daha önemli olduğu bir süreç.
Terör örgütü PKK kendini feshetti ama…
Fesih açıklamasında yer alan “Lozan Anlaşması” vurgusu ortalığı karıştırdı.
Üzerine DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, terör örgütünün sözde silah bırakma çağrısına atıfla, Doğu ve Güneydoğu’da görev yapan güvenlik korucularının artık gerekli olmadığını öne sürdü ve şöyle dedi:
“Korucuları işsiz bırakmayacağız inşallah. Elindeki silahı al, ver sopayı, köyde hayvan baksın. Daha onurlu bir görevdir.”
MSB ise bu açıklamaya şöyle yanıt verdi:
“Terörle mücadelede devletinin ve milletinin yanında yer alarak Türk Silahlı Kuvvetlerimiz ve güvenlik güçlerimizle birlikte omuz omuza büyük bir cesaretle görev yapan ve gözünü kırpmadan şehit ve gazi olan Güvenlik Korucularımız, mücadelenin gerçek kahramanlarındandır.”
Tartışmalar büyüyünce Bakırhan ifadeleri nedeniyle özür diledi. Ama o saatten sonra söz çoktan havaya karışmıştı.
Her geçen gün eriyen, oy ve sandalye kaybetmeye devam eden İYİ Parti ise fırsat bilip “milliyetçilik” söylemleriyle işi sulandırdı.
AK Parti cephesinden de bazı milletvekillerinden ölçüsüz tepkiler geldi.
Tüm bu çalkantının ortasında, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli sağduyulu bir çıkış yaptı ve tüm tarafları ortak sorumluluğa davet etti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ise geçtiğimiz günlerde AK Parti Teşkilat Akademisi Liderlik Okulu programında yaptığı konuşmada “Terörsüz Türkiye” projesine değinerek, “En büyük eserimizi inşa ediyoruz” sözleriyle sürecin bir devlet projesi olduğunu açıkça ortaya koydu.
Yani bu, siyaset üstü bir proje.
**
Peki şimdi ne olacak? PKK kendini feshettiğini ilan etti. Peki ya sonrası?
Tarih bize şunu defalarca gösterdi: Sorunları sadece bastırarak değil, anlayarak ve yeniden yapılandırarak kalıcı çözümler yaratabiliriz.
Bugün PKK’nın sahneden çekilmesi, sadece bir boşluk yaratmakla kalmaz; aynı zamanda YERİNE NE KONULACAĞI sorusunu da önümüze koyar.
Devletin, siyasetin, toplumun ve özellikle gençliğin bu soruya vereceği yanıt, gelecekte YENİDEN BİR ÖRGÜT ÇIKIP ÇIKMAYACAĞINI belirleyecek.
Çünkü mesele yalnızca silahların bırakılması değil. Mesele, o silahların doğduğu psikolojinin ve zeminin de ortadan kaldırılmasıdır.
Terörle mücadele yalnızca askerî değil; aynı zamanda sosyolojik, kültürel ve ekonomik bir mücadeledir.
Eğer bir bölge kendini hâlâ yalnız, dışlanmış ve ötekileştirilmiş hissederse, o yalnızlık yeni radikalleşmelere kapı aralar.
Eğer o boşluğu demokrasi, eşitlik, hak ve fırsatla doldurmazsak, başka bir yapı gelir o boşluğu sahiplenir.
Bugün bu süreci başka ülkeler gibi dış müdahale ve pazarlıklarla değil; kendi iç dinamiklerimizle yürütebiliyor olmamız azımsanacak bir başarı değil.
IRA, ETA, FARC gibi örgütlerin fesihleri yıllar süren uluslararası pazarlıklarla gerçekleşti.
Bizse bunu, şehitlerimizin fedakârlığıyla, savunma sanayimizdeki atılımlarla ve bu barış sürecine yüreğini koyan milyonların sayesinde başardık.
Bu, Türkiye’nin başarısıdır.
İşte tam bu yüzden “Terörsüz Türkiye” projesi sadece bir güvenlik doktrini değil; aynı zamanda bir toplumsal yeniden inşa çağrısıdır.
Bu çağrının altını sağlam dolduramazsak, bugün susturduğumuz silahların yarın yeniden konuşmasını engelleyemeyiz.
*
Bu yüzden üslup, sağ duyu, empati, sabır önemli.
Yapılan açıklamalara göre devlet bu süreci başarıya götürmek için “A,B,C,D” planlarını çoktan hazırlamış, MİT bu konuda çok yoğun bir mesai sarf ediyor.
DEM’e gelince; o da üzerine düşen görevi yerine getirmek için elinden geleni yapıyor. Lakin, bu yeni dönemde DEM’in eski ezberlerinden ve eski yaklaşım tarzlarından kurtulması gerekiyor.
Yani DEM’in Türkiye partisi olma yolunda daha cesur adımlar atması şart. Artık “örgüt ne der” dememeli.
Sert konuşmaları ili bilinen MHP Lideri Devlet Bahçeli’ye gelince hiç olmadığı kadar yapıcı, ılımlı ve sabırlı konuşuyor. Kısacası Devlet Bahçeli tam bir devlet diyebiliriz. Umarım böyle devam eder.
CHP’ye gelince bu süreçte açıkçası beni en çok endişelendiren parti diyebilirim. Çünkü bu süreci bir “oy kazanma” olarak görüyor. Ama barışın simgesi olan Sırrı Süreyya Önder’in yaşam mücadelesini yitirmesiyle söylemlerde bir yumuşama oldu. Ve umarım süreci baltalayacak adım ve söylemlerden uzak dururlar.
Bu sürecin toplumsallaşmasında TBMM’deki söylemler ve yaklaşımlar da çok önemli.
*
Elbette bu süreci istemeyenler var.
Birileri, bu ülkede barışın yerleşmesini değil; gürültünün devam etmesini, krizlerin sürmesini, kutuplaşmanın büyümesini istiyor.
Çünkü barış olursa; provokasyonların, nefretin, oy devşirme hesaplarının, dış müdahalelerin zemini kayar.
Barış, bazıları için sadece bir tehlike değil; BİR VAROLUŞ KRİZİDİR.
O yüzden bu sürece saldıranları, yalnızca dağdan, sınırdan, sokaktan beklemeyin.
Bu süreci sabote etmek isteyenler, bazen ekranlarda, bazen kürsülerde, bazen de sosyal medyada olacak.
İşte tam da bu yüzden; bu sürecin sahibi artık sadece siyasetçiler değil.
Bu süreç, 85 milyonun ortak sorumluluğu.
Barışı yalnızca isteyen değil, koruyan bir halk olmak zorundayız.
Çünkü bu kez barışı korumak, savaşmaktan daha zor ama çok daha kıymetli.