Osmanlı elini çektikten sonra Ortadoğu’da hiç dinmeyen savaş.
15 Eylül’de Doha’da düzenlenen zirveye İslam İşbirliği Teşkilatı ve Arap Birliği’nden 100’e yakın devlet başkanı, bakan ve temsilci katıldı. Fakat sonuç? Hiçbir bağlayıcı karar çıkmadı. Katar’ın egemenliğinin İsrail tarafından çiğnendiği ve Gazze’de soykırım yapıldığı sadece not edildi, hepsi bu.
Peki aynı günlerde başka ne oldu?
Çok daha çarpıcı bir kare dünya gündemine düştü: ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, İsrail Başbakanı Netanyahu ile Kudüs’te Ağlama Duvarı önünde poz verdi. Gerek verdikleri poz gerekse yaptıkları açıklamalar tam bir meydan okumaydı.
Rubio: “Hamas artık silahlı bir unsur olarak varlığını sürdüremez. 48 rehine esaret altındayken barış mümkün değil…Filistin devletini tanıma girişimleri bizi çözümden uzaklaştırır… İsrail’e sarsılmaz destek…”
Netanyahu: Doha saldırısının tamamen kendisine ait olduğunu, saldırıyı üstlendiklerini belirterek, “Doha saldırısı ve bugün burada bulunmanız, bize baskı yapan zayıf hükümetlere karşı da bir mesajdır.” dedi.
Yani Netanyahu, Katar Zirvesi’ndeki ülkeleri tiye aldı ve açıkça ‘sizin toplanmanız bir işe yaramaz ben yine isteğimi yapacağım’ dedi. Ve maalesef öyle de oldu.
Ertesi gün ise İsrail Gazze’ye kara harekâtını başlattı. Harekâtı hızla başlatıp saldırıları yoğunlaştırmasının arkasındaki sebeplerden biri de 50’ye yakın ülkenin katıldığı Sumud Filosu’nun Gazze’ye doğru yola çıkışı.
İsrail gelirlerse hiç acımadan vuracaklarını söylemişti. Ve bu yardım gemilerinde Amerikan vatandaşı, İngiliz vatandaşı olan aktivistler de var. Eğer İsrail ordusu bu gemilere saldırırsa ve ABD ile Avrupa ülkelerinden bir vatandaş hayatını kaybederse, bu zamana kadar sözlü kınama yapan bu ülkeler kendi halklarını sakinleştirmek için somut adımlar atmak zorunda kalacak bu da İsrail’in işine gelmeyecek bir durum.
ABD’NİN ÇİFTE OYUNU
Washington, bir yandan Arap başkentlerinde “yanınızdayız” diyor, öte yandan İsrail’in en sert hamlelerini meşrulaştırıyor. Doha zirvesinde sonuç alınamamasının en önemli nedeni de bu: Bölge ülkeleri ABD’nin ikircikli tavrını görüyor ve ileri adım atmaktan çekiniyor.
Doha zirvesinden somut bir adım gelmemesinin bir nedeni de çoğunluğu oluşturan Arap ülkelerinin birbiriyle anlaşamaması ve yaşanmışlıklardan dolayı birbirlerine güvenmemesi.
Diyeceksiniz bu İslam ülkeleri neden sert tepki vermiyor?
Tek bir sebebi var o da önemlilikte öncelik sırası.
Sert tepki vermemelerinin veya verseler bile ABD ile ilişkilerinin koparmama sebeplerinden biri ise ABD’ye olan ekonomik bağımlılık. Çin ve Rusya bile onca restleşmeye, çatışmaya rağmen ABD ile ilişkilerini asla koparmadı. Elbette aynı şey ABD için de geçerli.
Biz buna küresel ekonomik bağımlılığın getirdiği şartlar veya gereklilikler de diyebiliriz.
İSRAİL’İN SONRAKİ HEDEFİ
İsrail için mesele çok net: Parçalanmış bir Filistin, haritadan silinmiş bir Filistin, Kudüs’teki Mescid-i Aksa’yı yıkıp Hz. Süleyman'ın sözde mabedini inşa etmek, ‘Vaat edilmiş topraklar’ safsatası ile işgal alanlarını genişletmek.
Filistin’e gelince, toprak ve egemenlik anlaşması masaya hiç gelmiyor, gelmesin diye de sürekli yeni krizler üretiliyor. “Hamas ve rehineler” meselesi de tam bu noktada devreye giriyor; İsrail’in saldırılarını meşrulaştıran bir gerekçe haline getiriliyor.
Ama İsrail’in katlettiği çocuklar, elektriksiz, susuz bıraktığı insanlar. Kimyasal silahla başlattığı salgın hastalıklar, yerle yeksan ettiği hastaneler, ibadethaneler, vurulan gazeteciler, yardım kuyruğunda sıra bekleyenlerin kurşuna dizilmeleri hiç ama hiç olmamış gibi davranılıyor.
TÜRKİYE’NİN DURUŞU
Ankara, bu tabloyu dikkatle izliyor. Gazze’deki soykırıma karşı en sert çıkışları yapan Türkiye, bir yandan da temkinli adımlar atıyor. Çünkü Türkiye biliyor ki, ABD ve İsrail kontrollü krizlerle bölgeyi yönetmek istiyor. Bu yüzden Ankara’nın diplomasiyi de güvenliği de çok yönlü şekilde yürütmesi gerekiyor. Ve öyle de yapıyor. Bu yüzden Erdoğan’ın diplomasi trafiği hiç bitmiyor hatta New York’ta yapılacak BM Zirvesi tarihi yaklaştıkça Ankaralılar bol bol protokol araçları görür oldu.
*
Doha’da sonuçsuz kalan zirve ile Kudüs’te verilen güç gösterisi ve sonrasında yapılan kara harekâtı, aslında Ortadoğu’nun gerçeğini özetliyor:
- Barış değil, kontrollü kriz.
- Ortadoğu ülkelerinin asla birlikte somut adım atamayacağı gerçeği.