Ortadoğu’da kriz gittikçe büyüyor, çirkinleşiyor.
İsrail Maliye Bakanı Bezalel Smotrich’in Gazze’deki katliamı “yıkım tamamlandı” diyerek pişkinliğin ve çirkinliğin had safhalara ulaştığının göstergesi.
Bu sırada Netanyahu ilk kez doğrudan Türkiye’yi hedef aldı.
NETANYAHU’NUN TARİHİ ÇARPITMASI VE ERDOĞAN’IN CEVABI
15 Eylül’de Netanyahu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yıllar önce TBMM’de söylediği “Kudüs bizim şehrimizdir, bizden bir şehirdir” sözlerine atıfta bulunarak:
“Burası bizim şehrimiz Sayın Erdoğan. Sizin değil, bizim şehrimiz. Her zaman bizim şehrimiz olacak. Bir daha bölünmeyecek.” dedi.
İsrail basını ve analistler, Netanyahu’yu “Türkiye hafife alınacak bir ülke değildir” diyerek uyardı. Erdoğan ise şu tarihi yanıtı verdi:
“Kudüs-ü Şerif'i namahrem ellerin kirletmesine izin vermeyiz. Doğu Kudüs üzerindeki haklarımızdan tek bir geri adım dahi atmayacağız.”
Netanyahu ayrıca bir tablet parçası göstererek tarihi çarpıtmaya çalıştı. Prof. İlber Ortaylı bu iddiayı “cahilce” olarak niteledi. Din tarihçisi Prof. Dr. Şinasi Gündüz ise Netanyahu’nun aslında “Kudüs’ün tapusunun” peşinde olduğunu ve bu belgenin İstanbul’da bulunduğunu açıkladı.
Netanyahu’nun bu pervasızca iddiası Osmanlı arşivlerinin önemini yeniden gündeme taşıdı. Kudüs’ün yanı sıra Osmanlı döneminde 14’ü Avrupa kıtasında, 11’i Asya’da ve biri Kuzey Afrika’da olmak üzere toplam 26 ülkenin kayıtlarının İstanbul’da bulunduğunu, Türkiye’nin bölgedeki tarihsel bağını hatırlattı.
17 EYLÜL: MİT BAŞKANI KALIN’IN ŞAM TEMASI
Aynı günlerde önemli bir gelişme de Şam’da yaşandı. 17 Eylül’de MİT Başkanı İbrahim Kalın, Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şara ile görüştü. Bu görüşme, 1967’den bu yana ilk kez Suriye’nin BM Genel Kurulu’nda temsil edileceği haberleriyle birleşince, hem bölgede dengelerin değiştiğinin göstergesi oldu hem de Netanyahu’nun açıklamalarına dolaylı bir yanıt niteliği taşıdı.
BATI’NIN ÇELİŞKİLİ TAVRI VE FİLİSTİN TANIMALARI
Tabii bu süreçte İsrail’in saldırganlaşması, Suriye, İran, Lübnan ve Katar’a yönelttiği saldırılar, Gazze’deki vahim durumun dünya basınına yansıması ve gerek İsrailli bakanların gerekse İsrail toplumunun pişkin tavırları, Tel Aviv’in uluslararası alanda yalnızlaşmasını hızlandırdı.
İngiltere, Kanada, Avustralya, Fransa ve Belçika’nın Filistin’i tanıma kararı da bunun en büyük göstergesi.
Ancak bu tanıma kararlarının altında, Batı toplumlarında yükselen İsrail karşıtı tepkileri yatıştırma ve yaptırım uygulamaktan kaçınma amacı yatıyor.
Çünkü enerji, ticaret ve stratejik iş birlikleri nedeniyle gerçek bir yaptırım adımı atılmıyor.
Sonuçta İsrail diplomatik düzeyde yalnızlaşıyor ama arka planda ekonomik ve siyasi destek devam ediyor.
Bu da Batı’nın çifte standardını bir kez daha ortaya koyuyor: Kendilerinden olmayanların hayatı, aynı değer ölçüsünde görülmüyor. Tıpkı Siyonist bakış açısı: Kendinden olmayanı yok sayan bir zihniyet.
21 EYLÜL: LÜBNAN’A SALDIRI VE BÖLGESEL RİSK
21 Eylül’de İsrail uçakları, Kasım 2024’te ilan edilen ateşkese rağmen Lübnan’ın güneyine saldırı düzenledi. Bu saldırı, bölgedeki gerilimi yeni bir evreye taşıdı.
Olası senaryolar artık çok daha kritik:
- İsrail’in aynı anda 3–4 cephede saldırı yürütmesi, bölgesel bir savaş ihtimalini güçlendiriyor.
- Eğer Türkiye veya KKTC hedef alınırsa, NATO kuralları devreye girecek ve bu tüm dünyaya yayılan büyük bir krizin kapısını aralayacak.
Türkiye, bu riskin farkında. “Terörsüz Türkiye” projesiyle içte birliği güçlendiriyor, 81 ilde başlatılan sığınak projeleriyle olası savaşlara hazırlık yapıyor.
Türkiye ile İsrail arasında doğrudan çatışma ihtimali giderek artıyor
TRUMP’IN TUTARSIZ ÇIKIŞLARI
Bu süreçte Trump’ın açıklamalarına gelince; kendisinin oldukça zor bir durumda olduğu açık.
İkili görüşmelerde üstün olmayı seven Trump, ne Netanyahu’ya ne Putin’e söz geçirebiliyor. Bu güçsüzlük, onun sürekli tutarsız söylemler üretmesine yol açıyor.
Wall Street Journal’ın haberine göre, danışmanlarıyla yapılan toplantıda Netanyahu için “Beni mahvediyor” diyerek öfkesini dile getirdi. Beyaz Saray bunu yalanladı, ama biz gazeteciler iyi biliriz ki en çok yalanlanan bilgiler bazen gerçeğe en yakın olanlardır.
Peki Trump neden Netanyahu’ya boyun eğiyor? Cevap basit: sadece kabinesinde Yahudi kökenli danışmanların ağırlığı değil, aynı zamanda Siyonist lobi ve Evanjelik baskısı Trump’ın elini kolunu bağlıyor.