Ankara’da bir hafta, birbirinden kopuk sanılan gelişmeler "Terörsüz Türkiye" hedefinin parçaları gibi bir bir yerine oturdu.
Beştepe’de DEM heyetiyle yapılan ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın "umut verici" diye tarif ettiği görüşme, tek başına bir dönüm noktası değil.
Asıl dikkat çekici olan; bu görüşmeyle neredeyse eşzamanlı işleyen AB/Almanya trafiği ve Bağdat’la imzalanan tarihî su-enerji altyapı anlaşmalarıydı.
Artık güvenlik başlığı, ekonomi ve dış politika kanallarıyla paralel değil, doğrudan entegre bir şekilde yürütülüyor.
***
Bu kez "çözüm süreci" gibi siyasal ritüellere yaslanan, yüksek duygulu bir koreografi yok.
Dil bilinçli olarak soğuk ve teknik: "güvenlik odaklı normalleşme", "aşamalı risk azaltma", "kurumsal temas".
DEM kanadının "karşılıklı anlayış ve fikir birliği" ifadesi ile iktidarın "umut verici" tonu örtüşüyor görünse de, çıtanın adı hâlâ değişmedi: kamu düzeni ve devlet kapasitesi.
Elbette kimse bu sürecin kolay olacağını söylemiyor. Zaten bu sürecin öyle birkaç ayda bitmesini beklemek çocukca olur.
Bu süreç başarıya yaklaştıkça, süreci baltalama eylemleri daha da artacak. Tıpkı mecliste atılan Apo sloganları gibi (DEM bu durumu heyecanlı kadınların kontrol edilemeyen tepkisi olarak nitelendirdi) tıpkı Diyarbakır’da polise karşı kullanılan ‘düşman’ tabiri gibi(DEM ‘sürecin ruhuna ters bir kaza’ olarak tanımlıyor.)Dünya tarihinde defteri dürülen terör örgütleri ilgili ayrıntılı yazmıştım. Kimi 50 yıl kimisi 20 yıl kimisi 20 kez masaya oturup bozulmuş kimisi ise 100’den fazla kez masaya oturup öyle çözmüş. Ama hiç biri silahla değil. Diplomasi ve eş zamanlı yürütülen birçok kalemlerle…
DÖRT EKSENLİ BİR STRATEJİ: GERÇEK, EKONOMİK, JEOPOLİTİK VE SİYASİ
Bu süreci doğru okumak için, birbiriyle örtüşen dört okuma çerçevesini bir arada değerlendirmek gerekiyor:
1. Realpolitik / Güvenlikçi Çerçeve: "Teslim Olma Koşullarını Dikte Etmek"
PKK’nın "Türkiye’den çekilme" açıklaması ve Bahçeli’nin "kalıcı bahar" vurgusu, askeri sahada kazanılan zaferin siyasi ve toplumsal meşruiyet alanını genişletiyor.
Ancak kimse romantik değil: provokasyon riski masada kalmaya devam ediyor.
Bu nedenle süreç, bir "barış ritüeli" üretmekten ziyade, şiddetin üretim bantlarını kalıcı olarak devre dışı bırakacak bir hukuk-idare mimarisi inşası olarak okunmalı. Mesele, duygusal bir barış değil, soğuk ve kalıcı bir normalleşmedir.
2. Ekonomi-Politik Çerçeve: Güvenliğin Getirisi Pazara Yazılıyor
Tam da burada ikinci eksen devreye giriyor. Erdoğan’ın Alman Maliye Bakanı Christian Merz ile görüşmesinin ardından kullandığı "Ankara kriterleriyle dünyaya açılım" ifadesi, Brüksel’e sadece bir üyelik sinyali değil, aynı zamanda "kendi standartlarımla rekabet ederim" iddiasıdır.(Almanya’nın Kürtlere ve onlar içerisinden çıkan siyasi ya da silahlı gruplara yönelik ilgisi çok uzun zamandır var gerek Türkiye’de gerekse de Kürtlerin yaşadığı diğer ülkelerde. IŞID’e karşı IKBY’e etkili silahlar teslim etmesi, PKK’yı terör listesinden çıkarması ve PKK’nın Suriye kolu PYD’ye verdiği yoğun destek vs.)
Bağdat’ta Hakan Fidan’ın duyurduğu su altyapısı anlaşması ise sadece bir teknik mutabakat değil; onlarca yıldır sürüncemede kalan GAP'ın tamamlanması ve bölgede tarıma dayalı istihdam yaratılması önündeki en büyük engellerden birini kaldırma potansiyeli taşıyor.
Kısacası, güvenliği güçlendiren her adım, lojistik ve enerji akışını besliyor; siyasi maliyet kadar ekonomik getiri de bu anlatının ayrılmaz bir parçası haline geliyor.
3. Diplomatik / Jeopolitik Çerçeve: Kuzey Irak'ta Nüfuz Mücadelesi
Irak'la imzalanan anlaşmalar, Türkiye-Irak hattında kaynak yönetimi + enerji + sınır güvenliği üçlemesini kalınlaştırıyor.
Bu hamle, Irak merkezi hükümeti üzerinden, PKK'nın arka bahçesi konumundaki Kuzey Irak'ta Türkiye'nin nüfuzunu stratejik olarak artırıyor.
Enerji ve su, IKBY'yi (Irak Kürt Bölgesel Yönetimi) disipline etmek için en etkili kaldıraçlar olarak kullanılıyor.
Aynı şekilde, AB/Almanya hattındaki trafik, Türkiye'nin Rusya-Ukrayna savaşı ve göç yönetimindeki kritik rolünün Brüksel nezdindeki karşılığıdır.
Bu diplomatik kanal, Avrupa'daki PKK uzantılarına yönelik operasyonlarda daha fazla işbirliği sağlamak için de hayati bir zemin sunuyor.
4. İç Siyaset / Seçim Stratejisi Çerçevesi: Kırılgan Zemin, Soğukkanlı Mimari
MHP/BBP çizgisinin "millî birlik" merkezli dili, iktidarın manevra alanını şimdilik genişletiyor. Ancak Bahçeli'nin "kalıcı bahar" vurgusu, sürecin başarısı halinde siyasi krediyi ortak alma, başarısız olması durumunda ise "ben söylemiştim" deme stratejisinin bir parçası.
Muhalefetteyse ihtiyat göze çarpıyor: CHP'nin dosyayı komisyon ve mukayeseli örneklerle teknik zeminde tutma çabası, hem kendi seçmen tabanındaki kırılgan dengeyi yönetme, hem de sürecin "siyasileştirilmesinden" duyduğu rahatsızlığın bir göstergesi. Bu temkin, toplumsal psikolojideki yorgunluk ve olası seçim takvimleri düşünülünce, rasyonel bir risk yönetimi olarak okunabilir.
ÜÇ KİLİT SORU VE SEMBOLDEN KURALA GEÇİŞ
Önümüzdeki haftalar, bu dört eksenli stratejinin başarısını şu üç somut dosyanın kaderi belirleyecek:
Kurumsal Çerçeve:Meclis/komisyon hattı; infaz, denetimli serbestlik, rehabilitasyon ve "gri alanları" (iade, topluma yeniden uyum) nasıl tarif edecek? Varsayılan indirim-istisna dengesi, somut kriterlerle mi tanımlanacak?
Saha Testi: Irak’la su/enerji mutabakatının ihaleye, projeye, şantiyeye dönüşme hızı ne olacak? Güvenlik-ekonomi eşleşmesi, "kesintisiz enerji akışı" veya "ticaret maliyetlerinde düşüş" gibi somut bir göstergeye bağlanabilecek mi?
AB Dosyası: "Ankara kriterleri" söylemi Brüksel’de teknik fasıllara mı oturacak, yoksa iç politikada sembolik bir reform çıpası olarak mı kalacak? Her iki senaryoda da ölçülebilir bir takvim üretmek şart.
PAZARIN GERÇEĞİ, SÜRECİ KORUYACAK
Ankara’nın bu kez yaptığı, sembolik bir "barış fotoğrafı" aramak değil; bölgenin ekonomik ve güvenlik kurallarını yeniden yazmak.
Evet, provokasyon ihtimali sıfırlanmaz; ama tam da bu nedenle süreç yönetimi "yüksek duygudan" değil, düşük gürültülü kurumsal iradeden besleniyor.
Güvenliğin getirisi; enerji hattında, su yönetiminde, gümrükte ve pazarda görünür oldukça; siyasetin manevra alanı da kendiliğinden genişleyecektir.
***
Özetle: "Terörsüz Türkiye" artık yalnız bir güvenlik başlığı değil; bir ekonomi-diplomasi-hukuk şemasının merkezinde yer alıyor. Bu şema sahaya indikçe, sadece siyasetin değil, pazarın gerçeği de süreci ayakta tutacak en güçlü payanda olacaktır.