Bahçeli Yükseltti, CHP Çarptı, Ankara Yola Çıktı

YAYINLAMA
23 Kasım 2025 21:51
GÜNCELLEME
24 Kasım 2025 00:02

Bu haftanın enlerinde 3 kilit nokta:

Çıtayı hayallerin ötesine taşıyan Devlet Bahçeli

İmralı’ya gerçekten gitmek isteyip “acı gerçeklik” duvarına çarpan Özgür Özel ve ekibi

Süreci hızlandıracak, ateşten gömleğin giyileceği “İmralı yolculuğu”

***

Herhalde uzun zamandır bu kadar sert ve bu kadar birbirine bağlı üç dosyayı aynı haftaya sıkıştıran bir tablo görmemiştik.

Bir yanda, “İmralı’ya gerekirse arkadaşlarımla ben giderim” diyerek çıtayı hayal ötesi bir seviyeye taşıyan Bahçeli…

Diğer yanda, İmralı’ya gerçekten gitmek isteyip, kendi tabanının sert gerçekliğiyle yüzleşince frene abanmak zorunda kalan CHP yönetimi…

Ve bütün bu tartışmaları, “Terörsüz Türkiye” vizyonu etiketiyle tarihe yazdırmak isteyen Ateşten gömlek giyen Ankara’nın hazırlandığı İmralı yolculuğu…

Bu üç başlık aslında bize tek bir şeyi gösteriyor:

Türkiye’de siyaset hâlâ cesaret – gerçeklik – hesap korkusu üçgeninde dönüyor.

1. BAHÇELİ’NİN HAYAL ÖTESİ ÇITASI: MESAJ İÇERİDEN ÇOK DIŞARIYA

MHP lideri Devlet Bahçeli TBMM’deki DEM sıralarında tokalaştığı günden beri “Terörsüz Türkiye” sürecinde çıtayı hep yüksek koyan bir isim oldu. Ancak “Üç arkadaşımla birlikte İmralı’ya ben giderim” cümlesi, artık sadece yüksek değil, “hayal ötesi” bir eşiğe işaret ediyor.

Bu çıkış, iç kamuoyundan çok üç adrese yazıldı:

SDG/YPG üzerinden alan kazanmaya çalışan Öcalan’a,

Küçük taktik manevralarla günü kurtarmaya alışmış PKK’ya(Türkiye’den ve ZAP’tan çekildiğini duyuran açıklamalar),

Ve içi sürekli çatlayan, DEM Parti’ye(Polise düşman,Mecliste Apo slogonları vs).

Verilen mesaj kabaca şöyle diyebiliriz:

“Öcalan ve DEM sizin hayal bile edemeyeceğiniz adımı ben göze alıyorum. Bundan sonrasını sen düşün.”

Bu, sadece bir “İmralı’ya giderim” çıkışı değil; yükün ve sorumluluğun karşı tarafa fırlatıldığı psikolojik bir operasyon.

“Yüze yüze sona geldik, gemiler yakıldı” cümlesiyle birlikte okuduğumuzda, Bahçeli kendini de geri dönüşü olmayan bir rotaya kitlemiş oluyor.

Burada kritik soru şu:

Bahçeli gerçekten kurduğu oyunu kazanmak için mi bu çıtayı yükseltiyor, yoksa kazanan/kaybeden hesabını da çoktan aşıp, tüm faturayı Öcalan–PKK hattına ve DEM üzerindeki baskıyı artırma niyetinde mi?

2. CHP: CESUR SÖYLEM, KORKAK PRATİK

Gelelim ikinci dosyaya…

Meclis çatısı altında kurulan Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’na katılan ama İmralı heyetine üye vermekten son anda geri duran ÖZgür Özel  CHP’si var karşımızda.

Parti içi kadrolara bakınca “ulusalcı” damar tasfiye edilmiş,

Parti meclisi ve MYK “ulusalcılığı dışlayan” isimlerle dizilmiş,

Büyükşehirlerde DEM ile kurulan ittifaklar normalleştirilmiş,

Ama tabana gelince bambaşka bir duvarla karşılaşılmış durumda.

Anadolu örgütlerinden, seçmen tabanına kadar uzanan o “ulusalcı refleks” hâlâ çok güçlü. CHP yönetimi, komisyona katılma kararını verirken bu gerçekle yüzleşti; İmralı’ya gidecek heyete üye vermeye gelince ise, o gerçekliğin duvarına çarptı.

Hatalar silsilesi içerisinden kaybolan CHP

Dün:

Ortada kendini lağvetmiş, silah bırakmış, “Terörsüz Türkiye” vizyonuna imza atmış bir örgüt yok.

Ama CHP, bu tabloya rağmen seçim işbirliklerinde DEM’le yan yana duracak kadar cesur görünüyor.

Bugün:

Ortada gerçekten silah bırakmış, Türkiye’den çekilmiş, şiddetini bitirmiş bir yapı var.

Fakat CHP, böyle bir ortamda bile İmralı’ya doğrudan gitme cesaretini gösteremiyor.

Soruyu tersinden soralım:

Cesaret burada mı, yoksa korku tam da burada mı?

CHP yönetimi, İmralı heyetine isim vermeyerek bir yandan tabanın öfkesini sınırlamaya çalıştı; diğer yandan DEM ve Öcalan’a “Kayyımlar, AYM–AİHM kararları, demokratik siyaset” başlıklarıyla mesaj göndererek köprüleri de yakmamaya gayret etti. Ama bunu DEM yedi mi?, hayır,Pervin Buldan, "Ana muhalefet partisi DEM Parti'dir, nokta"  sözleriyle gereken mesajı verdi.

Tabi ortaya “bu ne yaman çelişki” dedirten şöyle tuhaf bir fotoğraf çıktı:

Ulusalcıları parti yönetiminden kazımaya çalışan bir CHP,

Ama ulusalcı reflekslerini tabanından söküp atamayan bir CHP…

DEM’le gelecekteki seçimler için köprüleri tutmaya çalışan,

Fakat aynı anda kendi seçmenine “biz hâlâ aynı CHP’yiz” demeye mecbur bir CHP…

İmralı’ya gidiş tartışmasında geri adım atılan yer tam da burası.

3. İMRALI YOLCULUĞU: TARİHİ EŞİK Mİ, RİSKLI KUMAR MI?

Üçüncü dosya ise, bütün bu tartışmaların üstüne oturan “İmralı yolculuğu”.

Meclis’te kurulan komisyonun İmralı’ya gitme kararı, Ankara’nın “Terörsüz Türkiye” başlığıyla sunduğu yeni dönemin sembolik kırılma noktası diyebiliriz.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmalarında çizdiği çerçeve net:

“Yarım asırlık bir prangadan kurtulma”

“Terörsüz Türkiye’ye hiç olmadığımız kadar yakınız”

“Bu hançeri milletin böğründen ebediyen çıkarma” 

Bahçeli’ye teşekkür, DEM’e “sağduyulu tavır” övgüsü, Meclis Başkanına özel parantez…

Bu, sadece güvenlikçi bir dosya değil; aynı zamanda yeni bir siyasal mimari denemesinin habercisi.

Burada kritik olan şu:

İmralı’ya gidecek heyet ateşten gömlek giyecek;

Atılacak her imza, kurulacak her cümle, kamuoyu nezdinde yıllarca tartışılacak;

Bu sürecin başarıya ulaşmaması durumunda ise siyaseten bedeli ağır olacak ama başarıya ulaşırsa sürece en çok katkısı olanlar adı tarihe altın harflerle yazılacak.

Bahçeli çıtayı hayal ötesi bir yüksekliğe koyup psikolojik baskıyı Öcalan–PKK–DEM üçgenine bırakırken, Erdoğan süreci “tarihi vizyon” olarak anlatıyor.

CHP ise hem bu vizyonun dışında kalmaktan korkuyor, hem de içine tamamen girmekten çekiniyor.

***

Kısacası:

Bahçeli: Çıtayı yükseltiyor, gemileri yakıyor, oyunun psikolojik zeminini kuruyor.

Erdoğan: “Terörsüz Türkiye” vizyonunu sahiplenerek tarih sayfasına adını yazdırmak istiyor.

CHP: Kendi tabanının gerçekliği ile DEM’le kurduğu ittifakın zorunlulukları arasında sıkışıyor.

Sonuç: Bu haftanın kazananı, kaybedeni, ortada kalanları

Bu haftanın fotoğrafına uzaktan baktığımızda şunu görüyoruz:

En cesur hamleyi Bahçeli yapıyor; ama bu hamlenin sonunda kimin altında kalacağı henüz belli değil.

En çok gitmek isteyip de gidemeyen aktör ise CHP: İmralı’ya gönülden “evet” diyen ama kendi seçmeninin yüzüne bakmaktan çekinen bir yönetim var.

En riskli bileti ise İmralı’ya gidecek komisyon üyeleri almış durumda; başarı gelirse “barışın mimarları”, başarısızlıkta ise “teröristin ayağına giden heyet” etiketiyle anılacaklar.

***

Ancak ne olursa olsun, tüm bu stratejik hamlelerin, psikolojik operasyonların ve siyasi hesap korkularının ötesinde, temel bir gerçek var: Sorunların nihai çözümü silahlarda değil, masadaki konuşmada aranıyor. Bu sürecin başarıya ulaşması, sadece siyasi aktörlerin değil, tüm Türkiye'nin kaderi için hayati önem taşıyor. İşte bu nedenle, 'ateşten gömleği' giymeyi göze alan her adım, taşıdığı devasa riskle birlikte, aynı zamanda tarihi bir sorumluluğu da üstlenmiş durumda.

Yorumlar (0 yorum)
Yorum kurallarını okudum ve kabul ediyorum.
Henüz yorum eklenmemiş, ilk yorum ekleyen siz olun.