Türk müziğinin sevilen seslerinden Güllü… Sahneye attığı ilk adımdan bu yana güçlü sesiyle, içten yorumuyla gönüllerde yer edinmiş bir isimdi. Onu yıllarca sahnede alkışladık, şarkılarında kendi hikâyemizi bulduk. Fakat hayatının son noktası, eserleri kadar iç ısıtan bir hikâye ile değil; akılları karıştıran bir soru işaretiyle geldi.
Yalova’daki evinde beşinci kattan düşerek hayatını kaybettiği söylendiğinde herkes büyük bir şok yaşadı. Başta bir kaza olarak duyuldu bu ölüm. “Talihsizlik” dendi, “dengesini kaybetmiştir” denildi… Fakat zaman geçtikçe bu açıklamalar, yerini şüphe dolu cümlelere bıraktı.
O gece evde kimler vardı?
Ne yaşandı?
Neden bu kadar çok çelişki ortaya çıktı?
En ağır ihtimal ise en yakın ihtimale çevrildi:
Kendi kızı…
Ve işte insanın içini en derinden sızlatan o soru doğdu:
Bir evlat, annesine nasıl zarar vermekle suçlanabilir?
Ne olur da bir anne ile evlat arasındaki en sağlam bağ, böyle derin bir uçuruma dönüşür?
Maddi kaygılar mı?
Kırgınlıklar mı?
Biriken acıların patlaması mı?
Ya da hiç kimsenin bilmediği karanlık detaylar mı?
Bu soruların cevapları şu an hiç kimsede yok.
Adalet süreci devam ediyor.
Henüz hiçbir şey kesin değil.
Biz ise ne yazık ki çoğu zaman aceleciyiz.
Sosyal medya karar veriyor, sonra hukuk onun peşinden koşmak zorunda kalıyor.
Oysa olması gereken tam tersi değil mi?
Gerçeğe giden yol, sabır ister.
Delil ister.
İnceleme ister.
Unutmamak gerek:
Peşin hüküm, masumiyet karinesinin en büyük düşmanıdır.
Bütün bu karmaşanın ortasında gözden kaçırdığımız bir gerçek daha var:
Güllü sadece bir ölüm konusu değildir.
O yıllarca alın teriyle ayakta duran, sahnelerde binlerce kişinin sevgisiyle güç bulan bir kadındı.
Onun ardında kalan miras sadece soru işaretleri değil; şarkılar, anılar, emek dolu bir hayat…
Belki bu hikâyenin sonunda “kaza” denecek…
Belki “cinayet”…
Ne çıkarsa çıksın:
Bu hikâyenin son satırını adalet yazmalı.
Ve o satır yazıldığında, umarım Güllü’nün ruhu huzuru bulur…