Hayat, tekrarlayan bir sahnedir. Farkında olmadan herkes, aynı oyunu tekrar tekrar oynar. İnsan, bir ömür boyu aynı rolü mü oynar, yoksa sahne değiştikçe karakteri de mi değişir? Belki de ruh, sonsuz bir oyun alanında, her sahnede farklı bir surette karşımıza çıkar. Bazen yönetmen olur, sahneyi kurar, kaderi şekillendirir. Bazen figüran olur, başkalarının hikayesinde unutulur. Ve bazen başrol olur, tüm gözler onun üzerindedir. Ama en büyük soru hep aynıdır: Bu oyunu kim yazıyor?
Kim hangi rolü oynadığını fark eder?
Ruh, zaman zaman bir meddah, zaman zaman bir maskeli oyuncu gibi farklı kimlikler takınır. İçimizdeki iyilik ve kötülük, akıl ve delilik, sevgi ve nefret rolleri sürekli yer değiştirir. Bazen sahnenin ortasında tüm ışıkları üzerine çeker, bazen ise gölgeler arasına saklanır. Bir gün sevgi dolu bir veli, ertesi gün öfkesiyle deliren bir figüran olabiliriz. Ama kim hangi rolü oynadığını fark eder?
Bazen ruh, kendi oyununda kaybolur. Replikleri unutulur, roller birbirine girer. Ve insan aynaya baktığında sorar: “Bu sahnede ben kimim?”
Ruhun sonsuz oyun perdesi
Her oyun, perdenin kapanmasıyla biter. Ancak ruh için perde hiçbir zaman tam olarak kapanmaz. Sahnede bırakılan izler, yankılanan replikler, düşen maskeler… Tüm bunlar, bir sonraki oyuna hazırlıktır. Belki kader dediğimiz şey, yalnızca ruhun sonsuz bir oyun alanında yeniden doğuşudur. Bir sahneden diğerine geçerken, senaryonun değiştiğini sanırız. Ama perde her açıldığında belki de aynı roller farklı yüzlerde hayat buluyordur.
Hayat, bir sonraki oyunun provasından ibarettir…
İnsan, varoluşunun ağırlığını taşıyan bir oyuncudur. Kimi zaman başrolü oynadığını sanırken, yalnızca bir figüran olduğunu fark eder. Kimi zaman da sahneden indiğini düşündüğünde, alkışlar arasında yeni bir perde açılır. Peki ya sonra? Ruh nereye gider? Sahne gerçekten biter mi?
Belki de her hayat, bir sonraki oyunun provasından ibarettir. Ruh, sürekli yeniden yazılan bir senaryonun içinde, sahne değiştikçe farklı rollere bürünür. Kimi zaman bir hükümdar, kimi zaman bir dilenci olur. Kimi zaman aşkın, kimi zaman ihanetin vücut bulmuş hali. Ama hep bir karakterdir. Oyun içinde oyun oynayan bir meddah gibi, kendi hikayesini anlatırken kendini de yeniden yaratır.
Bu oyunu kim yazıyor?
Seçimlerimiz mi? Kader mi? Yoksa, her şey çoktan yazılmış bir senaryonun sahnelenişinden mi ibaret?
Bazıları için yaşam, bir kez sahnelenen trajik bir oyun gibidir. Replikler ezberlenmiştir, yollar bellidir. Bazıları içinse sahne özgürdür, her replik, o anın doğaçlamasıdır. Peki ya sen? Perde kapanmadan önce kendi oyununu yazabilir misin?