Bazı kelimeler, sadece dudaklardan değil, ruhun derinliklerinden dökülür. Ve bazı gerçekler, dile geldiği anda dünyayı yerinden oynatır. O yüzden susulur. O yüzden ağızlar mühürlenir.
Bir söylencede geçer:
Bir köyde, geçmişin karanlığını anlatan bir kadının dili kesilir. Ama sesi hâlâ yankılanır. Çünkü gerçekler susturulsa da tam olarak ölmez.
O günden sonra o köyde, konuşmak isteyenlerin ağzına tuz basılırmış. Hem acıyı hatırlasınlar diye, hem de sustukları şeyin tadı dillerinden hiç gitmesin diye.
Tuz, kelimeleri yakar
Tuz, yarayı temizler ama aynı zamanda yakar. Ağızda birikirse, dilin üstünde bir kuruluk bırakır. Kelimeleri söylerken çatlatır insanı. İşte bu yüzden bazı ağızlar konuşamaz.
Çünkü onların ağzı, sadece mühürlü değildir. İçten içe yanmaktadır.
Bazı insanlar susmaz; susturulmuştur. Bazıları ise o kadar çok bastırılmıştır ki artık konuşmanın ne demek olduğunu unutmuştur.
Mühür kelimeler değil, kimliktir
Bir şeyi dile getirememek, sadece onu anlatamamak değildir. Bazen anlatamadığın şey, senin bir parçandır. Susarak koruduğun, sustukça boğulduğun o parça… zamanla seni sen olmaktan çıkarır.
Ağzın mühürlendiğinde sadece kelimeler değil, benliğin de kilit altına alınır. Ve bir gün, artık kendini ifade edemeyecek hâle gelirsin. Sadece bakarsın.
Ve bakanlar seni “sessiz biri” sanır. Oysa senin içinde yankılanan bir ordu vardır. Sadece tuzla bastırılmıştır.
Bir kez konuşursan, her şey yıkılır
Tuzla mühürlenen ağızlar, konuştuğunda bir tufan başlatır. Çünkü suskunluğun ardında birikmiş hakikat, patlamaya hazırdır.
Ama kimse bunu istemez. Herkes huzurlu bir yalanı, fırtınalı bir gerçeğe tercih eder. O yüzden mühür sürdürülür.
Ve sen bir gün aynaya bakarsın. Dudakların kapalıdır. Ama gözlerin haykırır. Göz bebeklerinde çırpınan o cümle, asla söylenmemiştir. Belki de artık söylenemez. Çünkü dilin yok olmuştur.
Her suskunluk, bir tür lanettir
Sana "konuşma" diyen herkes, seni susturarak aslında bir lanet bırakmıştır. Bu lanet görünmezdir ama hissedilir.
Her sustuğunda içinden bir parça kopar. Her kelimeyi tuttuğunda, kalbinde bir taş daha ağırlaşır.
Ve sonunda… seni öldüren şeyin ne olduğu sorulduğunda, cevabın şudur: “Hiçbir şey söyleyemedim.”