Her sabah akıllı telefonumuzla uyanıyor, günümüzü akıllı saatle planlıyor, akşam eve döndüğümüzde ise akıllı televizyon eşliğinde dinleniyoruz. Evimizin her köşesi, “akıllı” olarak tanımlanan cihazlarla dolmuş durumda. Ancak bu konforlu yaşam tarzının bize sunduğu rahatlık karşılığında, farkında olmadan çok değerli bir şeyi feda ediyoruz: Mahremiyetimizi.
Bugün bir buzdolabı bile ne yediğimizi kaydedip bulut sistemlerine gönderiyor olabilir. Akıllı hoparlörler, sadece “Hey Siri” ya da “OK Google” dedikten sonra değil, o komut gelmeden önce de ortamı pasif olarak dinliyor olabilir. 2020 yılında bir kullanıcı, Amazon’un Alexa cihazına verdiği sesli komutları görmek istediğinde, kendisine yüzlerce saatlik ses kaydı gönderildi. Bu kayıtların bir kısmında kişisel konuşmalar da yer alıyordu.
Akıllı televizyonlar ise yalnızca ne izlediğimizi değil, ne kadar süre izlediğimizi, hatta hangi sahnelerde gözümüzü ekrandan ayırdığımızı bile analiz edebilecek düzeye geldi. 2015 yılında Samsung’un akıllı televizyonlarıyla ilgili kullanıcı sözleşmesinde, cihazın “özel konuşmaları” dahi üçüncü taraflarla paylaşabileceği belirtilmişti.
Ev güvenliği için kullandığımız akıllı kameralar, bir yandan içimizi rahatlatırken bir yandan da başkalarının erişebileceği dijital kapılar haline gelebiliyor. 2021 yılında bazı Ring kamera kullanıcılarının hesapları ele geçirilmiş, siber saldırganlar evdeki insanlarla konuşmuş ve tehditlerde bulunmuştu. Güvenlik adına alınan bu cihazlar, mahremiyet ihlalinin yeni bir formunu da beraberinde getirdi.
Bu örnekler, sadece birkaç başlık altında bile ne kadar çok veriyi, ne kadar kolayca teslim ettiğimizi gösteriyor. Kabul etmeliyiz ki bu cihazlar sayesinde yaşamlarımız daha konforlu hale geldi. Ama aynı zamanda, özel hayatımız da veri kümeleri arasında analiz edilebilir birer dosyaya dönüştü.
Burada sorulması gereken soru şu: Hangi noktada konfor, özgürlüğün önüne geçti? Sadece “daha hızlı kahve yapsın” diye mutfağa yerleştirdiğimiz cihaz, alışveriş alışkanlıklarımızı kaydedip profilimizi çıkarıyorsa, bu hâlâ sadece pratiklik midir?
Teknolojiye sırtımızı dönmemiz elbette mümkün değil. Ancak onu bilinçli kullanmak, hangi verilerimizi kimlerle paylaştığımızı bilmek, dijital mahremiyetimizi savunmak için en azından bir başlangıç olabilir.
Çünkü bir gün, bir cihazın “seni senden iyi tanıyorum” demesi artık uzak bir ihtimal değil. Ve o gün geldiğinde, mahremiyetin sadece nostaljik bir kavram haline dönüşmemesi için şimdiden bazı soruları sormamız gerekiyor.
Sonuç olarak : Akıllı cihazlarla dolu bir yaşam sürmek istiyorsak, akıllıca seçimler yapmayı da öğrenmeliyiz. Konforun bedelini mahremiyetle ödemek, farkında olmadığımız bir lüks olmamalı.