Aslında Doğaya Değil, Kendimize Dönüyoruz

YAYINLAMA
01 Eylül 2025 17:52
GÜNCELLEME
01 Eylül 2025 17:55

Bazen bir ağaç gövdesine yaslandığınızda o kalın kabuğun ardında binlerce yılın sabrını hissedersiniz. Ne telaş vardır o gövdede, ne de acele. Oysa biz, insan dediğin, kendi elleriyle kurduğu düzenin içinde nefessiz kalabiliyoruz. Belki de bu yüzden doğaya dönmek istiyoruz; ağaçlardan sabrı, rüzgârdan özgürlüğü, topraktan köklerimizi yeniden öğrenmek için.

Doğaya dönüş isteği aslında yeni bir moda değil. Yüzyıllar öncesinden gelen bir çağrı bu. 18. yüzyılda Rousseau, insanın özünde iyi olduğunu ama uygarlıkla yozlaştığını söylemişti. Ona göre kurtuluş, “doğaya dönmek”ti. Elbette bu, insanların tamamen ormanlarda yaşaması gerektiği anlamına gelmiyordu. Daha çok, insanın kendi içindeki saflığı ve özgürlüğü yeniden hatırlaması demekti. Belki bugün hâlâ aynı çağrıyı duyuyoruz; sadece kelimeler değişti.

Sanayi devrimi sırasında romantik şairler ve ressamlar, duman altındaki şehirlerden dağlara, nehirlere kaçtı. Onların tablolarında doğa sadece manzara değil, aynı zamanda kaybolan masumiyetin bir simgesiydi. Bir ağacın gölgesi, bir derenin şırıltısı, bir çiçeğin açışı… Hepsi insanın özlem duyduğu hakikati hatırlatıyordu. Bugün biz de ekranlardan akan yapay mutluluklara karşı doğada aynı hakikati aramıyor muyuz?

Günümüzde bu arayış farklı biçimlerde karşımıza çıkıyor. Kimimiz “tiny house” hayali kuruyor, kimimiz kırsala göç ediyor, kimimiz de sadece hafta sonları doğa yürüyüşleriyle nefes almaya çalışıyor. Aslında bütün bunlar aynı soruya verilen farklı cevaplar: Sahip oldukça artmayan mutluluğun yerine sadeleşmenin huzuru mümkün mü? Bir anlamda evimizi küçültüp hayatımızı büyütmek istiyoruz.

Ama doğaya dönüş sadece bir yaşam biçimi tercihi değil, aynı zamanda bir sessizlik meselesi. Şehirde bulamadığımız o derin sessizlik, doğada bizi bekliyor. Kuş sesleri, rüzgârın uğultusu, suyun akışı… Bunlar sadece doğa sesleri değil; aynı zamanda ruhun kendiyle konuşabilmesi için bir zemin. Çünkü sessizlikte, en sonunda kendimizi duymaya başlıyoruz.

Doğu felsefelerinde bu çoktan keşfedilmişti. Taoizm’in “doğayla uyum” öğretisi ya da Zen’in sadeliği, insana huzuru dışarıda değil, doğayla kurduğu dengede aramasını öğütler. Benzer şekilde birçok yerli kültür için doğa sadece yaşanacak bir mekân değil, aynı zamanda kutsal bir düzenin parçasıdır. Bizim modern dünyamızda unuttuğumuz bu hakikat, doğaya her dönüşümüzde yeniden hatırlatılıyor: İnsan, doğanın efendisi değil, bir parçasıdır.

Belki de mesele çok basit. Doğaya dönmek, aslında kendine dönmektir. Çünkü doğadan koparak kurduğumuz her yapay düzen bize konfor sunarken, aynı zamanda içimizden bir parçayı eksiltiyor. Bu yüzden bir ağacın gövdesine yaslandığımızda sadece doğaya yaklaşmıyoruz; kendi içimize de yaklaşıyoruz.

Ve belki de modern insanın en derin arzusu tam da bu: Kendi hakikatini yeniden bulmak.

Yorumlar (0 yorum)
Yorum kurallarını okudum ve kabul ediyorum.
Henüz yorum eklenmemiş, ilk yorum ekleyen siz olun.