Farklı Dünyalar, Aynı Gerçek: Güney Afrika'dan Gazze'ye Bakış

YAYINLAMA
10 Ekim 2025 20:52
GÜNCELLEME
18 Ekim 2025 21:11

Güney Afrika, coğrafi olarak Orta Doğu’dan uzak olabilir; ama tarihsel hafızasında Filistin meselesi derin bir yer tutar.

Apartheid dönemini yaşamış bir ülke olarak Güney Afrika, sömürgecilik ve ayrımcılık kavramlarına karşı toplumsal refleks geliştirmiştir. Bu nedenle Gazze’de yaşanan her çatışma, Güney Afrika medyasında yalnızca bir dış politika konusu değil, aynı zamanda “adalet” ve “ezilenin sesi” olarak görülür.

Son iki yılda Güney Afrika basınında İsrail–Gazze çatışması, genellikle Filistin halkının mücadelesi çerçevesinde ele alındı. 

Mail & Guardian, The Daily Maverick ve IOL News gibi gazetelerde kullanılan başlıklarda “occupation” (işgal), “apartheid regime” (apartheid rejimi) ve “colonial oppression” (sömürgeci baskı) gibi ifadeler sıkça yer aldı.

Bu dil, özellikle siyah Güney Afrikalılar arasında yankı buldu; çünkü kendi tarihleriyle benzerlik kurdular. 

Buna karşın, Afrikaans yayın yapan Die Burger ve Rapport gibi gazetelerde söylem daha temkinliydi; “security threat” (güvenlik tehdidi) veya “terror attacks” (terör saldırıları) gibi kavramlara vurgu yapıldı.

Bu farklı dil kullanımı, aslında ülke içindeki tarihsel ve kültürel bölünmeyi de yansıtıyor. Siyah Güney Afrikalılar için Filistin, adaletin sembolü. Beyaz Afrikaaner toplulukları içinse konu daha karmaşık: güvenlik, terör, dini kimlikler ve Batı’yla ilişkiler ekseninde değerlendiriliyor.

Güney Afrika basınında Filistin meselesine yaklaşım genellikle açık bir etik duruş içeriyor. Birçok gazeteci, tarafsızlık yerine “doğrunun tarafında olmayı” tercih ediyor. Bu da Batılı medyada alışık olduğumuz “her iki tarafın da görüşü” dengesine göre farklı bir model ortaya çıkarıyor. Bazı yazarlar, “Gazze’de yaşananları anlatırken soğuk bir denge kurmak, gerçeği çarpıtmaktır” diyor. Yani Güney Afrika medyası, olaylara ahlaki bir çerçeveden bakmayı benimsiyor.

Afrikaans kökenli beyazlar genellikle Die Burger gibi gazeteleri veya BBC, Sky News gibi İngiliz kaynaklarını takip ediyor. Siyah Güney Afrikalılar ise Sowetan, Mail & Guardian, City Press ve Zulu dilindeki Isolezwe gibi gazetelere yöneliyor. Bu fark, sadece haber tercihinde değil, olaylara verilen duygusal tepki biçiminde de belirleyici. Aynı haberi okuyan iki kişi, bambaşka anlamlar çıkarabiliyor.

Bunun için merak ettim ve araştırdım — araştırmamın sonucu şöyle düşünmeye başladım: Geçenlerde Güney Afrikalı beyaz bir öğretmenle İsrail üzerine konuşurken fikir ayrılığına düşünce bana “Biz farklı dünyaların insanıyız” demişti. Ben gazeteci olarak farklı coğrafyaların ve medyaların dilini takip ediyorum; oysa onun referansları, tarihsel kimliği ve gündelik kaygıları bambaşkaydı. Bu konuşma beni araştırmaya itti. Araştırmam gösterdi ki, evet—medya kaynakları farklı; dil farklı; vurgu farklı. Ama arka plandaki arayış çoğunlukla aynı: kendi gerçeğini bulma çabası.

Güney Afrika’da beyazlar ve siyahlar farklı gazeteler okuyor olabilir. Ama o gazetelerin arkasında aynı arayış var: kendi gerçeğini bulmak. Tıpkı bizim gibi. Kimimiz gerçeği özgürleştirici buluyor, kimimiz taş gibi ağır hissediyor. Ama ne olursa olsun, gerçek değişmiyor. Sadece gözlerimiz, geçmişimiz ve coğrafyamız farklı.

Evet, belki 7 Ekim’de Hamas’ın saldırısı doğru değildi. Ama ondan önceki yıllarda İsrail’in Gazze’de ve genel olarak Filistinlilere uyguladığı zulmü, bu örgütün ortaya çıkmasına yol açan tarihsel nedenleri yok mu sayacağız? Belgelenmiş, kanıtlanmış çocuk ölümlerini, bombalanan hastaneleri, ibadet yerlerini, yıkılmış şehirleri görmezden mi geleceğiz?

En çok zararı kim gördü? Kayıpları saydığımızda rakamlar kimin mağdur olduğunu açıkça göstermiyor mu?

BBC News’in haberine göre, Hamas’ın elinde 7 Ekim 2023 saldırısından sonra yaklaşık 251 İsrailli rehine bulunuyordu; 2025 başı itibarıyla bu sayı yaklaşık 130 civarına indi (Kaynak: BBC News, “Israel-Gaza: The hostages still held by Hamas”, 2025). Öte yandan, Addameer Prisoner Support and Human Rights Association’ın 2025 yılı raporuna göre, İsrail hapishanelerinde yaklaşık 8.700 Filistinli — aralarında yaklaşık 250 kadın ve 600 çocuk — tutuluyor. Ayrıca Anadolu Ajansı’nın 2025 tarihli haberinde, çeşitli insan hakları kuruluşlarına dayanarak bu sayının 11.000’i aştığı belirtiliyor (Kaynaklar: Addameer.org, “Statistics 2025”; Anadolu Ajansı, “Israel holds 11,100 Palestinian detainees in its prisons”, 2025).

Bu rakamlar kesin olmamakla birlikte, tablo yine de ağır bir gerçeği ortaya koyuyor: Peki kaç İsrailli çocuk öldü, kaç Filistinli çocuk açlıktan, susuzluktan, bombardıman altında can verdi? Gerçekten kim daha fazla bedel ödedi?

Bu Gazze’deki katliamın, esirlerin durumu, hapishanelerdeki işkence iddiaları—bunlar Filistin gerçeğini değiştirir mi? Hamas’ın saldırısı yanlıştı, evet. Ama İsrail’in yaptığı bu katliam, o yanlışı mazur gösterir mi? Yanlışa yanlışla, adaletsizliğe daha büyük bir adaletsizlikle mi karşılık verilir? Yoksa bu, siyonist bir ideolojinin dinsel meşruiyetle örtülmüş politik gerçekliği mi?

Hâlihazırda elimizde videolu, fotoğraflı kanıtlar, tanıklıklar ve resmi açıklamalar var. Peki dünya bu gerçekler karşısında nereye sürükleniyor? Haksızlık, acı ve kayıp hakkında ne kadarının bilinmesi gerekir; ne kadarının gizlenmesi “düzeni” korur? Ya da gizlenmesi, uzun vadede daha büyük bir travmanın kapısını mı aralar?

Doğruya artık gizlenmiyor, artık bir grubun başka bir grubu katledişini bir film gibi izliyoruz. Diğer tarafta bunun hesabını sanki hiç vermiyecekmişiz gibi…

Yorumlar (0 yorum)
Yorum kurallarını okudum ve kabul ediyorum.
Henüz yorum eklenmemiş, ilk yorum ekleyen siz olun.