Bazı insanlar dokunmadan iyileştirir, bazıları bir bakışla içimizi üşütür. Çünkü kelimeler değil, auralar konuşur; ve her ruh, kendi ışığının yankısını taşır.
Bir insanın varlığı bazen sözcüklerden çok daha fazla şey anlatır. Kimi zaman bir bakış, bir duruş ya da bir sessizlik bile karşısındakine derin bir his bırakır. İşte “aura” dediğimiz şey tam olarak burada başlar. Gözle görülmez ama hissedilir; dokunulmaz ama etkiler. Aura, insanın iç dünyasının dışarıya yansıyan titreşimidir. Kimi zaman huzur verir, kimi zaman rahatsız eder, kimi zaman da birini hiç tanımasak bile “bu insanda bir şey var” dedirtir.
Bilim insanları, “aura”yı çoğunlukla biyolojik enerji alanı ya da elektromanyetik yayılım olarak açıklar. Vücudumuzun her hücresi küçük elektriksel aktivitelerle çalışır; kalbimiz, beynimiz, sinir sistemimiz sürekli titreşim halindedir. Bu mikro akımlar, çevremize ölçülebilir bir enerji alanı yayar. Aslında “aura” bir anlamda insanın biyolojik enerjisinin görünmeyen perdesidir. Nitekim bazı araştırmalar, insanların duygusal durumlarının bu enerji alanını etkileyebildiğini gösteriyor: stres altında kalp ritmi değişiyor, nefes daralıyor, hatta beden ısısı bile fark edilir biçimde dalgalanıyor. Bu da demek oluyor ki, iç dünyamız dışarıya —farkında olmasak bile— sürekli sinyaller gönderiyor.
Toplumda “aura” bazen bir karizma, bazen bir enerji uyumu olarak algılanır. Liderlerin, sanatçıların ya da ilham veren kişilerin “güçlü bir aurası var” denir. Oysa bu sadece doğuştan gelen bir özellik değildir; insanın kendini tanıması, iç dengesi ve empatisiyle şekillenir. Walter Benjamin, sanat eserlerinin “aurası”ndan bahsederken, eserin tekil varlığını ve ruhunu kastederdi. Bir tabloyu orijinal haliyle görmekle kopyasını görmek arasındaki fark, işte o “aura”dadır. Belki de insanın da kendi orijinalliği, yani kendine ait aurası, onun en gerçek kimliğidir.
Birkaç yıl önce yapılan bir sosyal deneyde, bir grup insan rastgele bir odaya alınır. Katılımcıların biri bilinçli olarak sakin nefesler alır, pozitif düşüncelere odaklanır. Diğerleriyle hiçbir şekilde konuşmaz. Deneyin sonunda, grubun büyük çoğunluğu o kişinin “en güven verici” ya da “en huzurlu” insan olduğunu belirtir. Sözcüksüz iletişimin gücü, işte bu görünmeyen enerji alanında gizlidir.
Aura, sadece doğuştan sahip olunan bir şey değildir; yaşadıklarımız, hissettiklerimiz, başkalarına nasıl davrandığımızla şekillenir. Birinin aurasını hissettiğimizde, aslında onun iç dünyasının yankısını duyuyoruz.
İnsan, evrende bir enerji alanıdır; fakat asıl mesele o enerjinin neye hizmet ettiğidir. Kimi kendi karanlığını büyütür, kimi başkalarının yolunu aydınlatır. Aura dediğimiz şey, bu seçimin görünmeyen sonucudur.