Bazı anlar vardır… Ne kadar büyürsek büyüyelim içimizde bir yerde saklanır. Bir parkın kenarında, ufak bir salıncağın gıcırtısında, yere oturup beraber kurulan küçük bir oyunun izinde… Çocukken anne babanın ayırdığı o vakit, sanıldığından çok daha derine işler insanın içine.
Bugün baktığımda, çocukların en çok ihtiyaç duyduğu şeyin pahalı oyuncaklar ya da teknolojik yenilikler değil, yanında yere çömelip onun seviyesine inen bir çift yetişkin olduğunu düşünüyorum. Bir ebeveynin çocuğuyla göz göze gelmesi bile başlı başına bir güven duygusu. Çünkü çocuk, o an “Dünya benimle ilgileniyor” diye hisseder. Bu his, ileride karşılaşacağı pek çok fırtınada onun içini ayakta tutan en sağlam direk olur.
Parkta geçirilen yarım saat, aslında bir çocuğun hayat defterine yazılmış koca bir cümledir. Kimi zaman salıncakta itilen bir hamle, özgüvenin ilk adımı olur. Kumdan ev yapmak, hayal kurmayı öğretir. Basit bir ip atlama oyunu bile bedenini tanımasını, başarınca kendini kutlamayı, başaramayınca yeniden denemeyi öğretir. Tüm bunların arkasında ise sessiz bir rehber vardır: Anne ya da baba.
İlginçtir; çocuklar anne babalarının onlara ayırdığı zamanı bir “etkinlik” olarak hatırlamaz. Onu “değer” olarak taşırlar. Birlikte yapılan yürüyüşler, oyunlar, akşamüstü bankta paylaşılan bir simit… Hepsi çocuğun zihninde tek bir cümlede birleşir: “Ben önemseniyorum.” Bu cümleyi duyarak büyüyen çocuklar, ileride hem kendine hem hayata karşı daha dik durur. Çünkü sevildiğini ve duyulduğunu hisseden bir kalp, dünyadan korkmaz.
Belki de çocuk yetiştirmenin asıl sırrı çok büyük şeylerde değil; küçük sandığımız ama çocuğun dünyasında devleşen anlarda gizli. Bir parkın girişi kadar sade, bir oyun kadar doğal, bir elin diğerini tutması kadar güvenli…
Dünyayı daha iyi bir yer yapmak istiyorsak önce çocuklarımızın dünyasına dokunmayı bilmemiz gerekiyor. Çünkü çocuklukta tutulan o minik eller, büyüdüklerinde de hayatın içinde kendi yollarını bulurken o sıcaklığı taşımaya devam ediyor.