Son günlerde Suriye’nin kuzeyine dair başlıklar peş peşe geliyor.
Tek tek okunduğunda dağınık, hatta yer yer kopuk gibi duran bu başlıklar; yan yana konulduğunda ise ister istemez aynı soruya çıkıyor.
SDG ne yapmak istiyor?
Şara’nın SDG’ye yönelik teklifleri, “kadın tümenler” iddiası, örgütün yeniden yapılanma arayışları, İsrail’den gelen açıklamalar, Trump cephesinde değişen ton…
Bütün bunlar, sahada bir şeylerin yer değiştirdiğini düşündürüyor.
Burada altını özellikle çizmek isterim:
Ortada kesinleşmiş bir askerî ittifak yok.
Ama konuşulan, tartışılan ve ihtimal olarak masaya konan bir ARAYIŞ var.
Ve o arayış, görmezden gelinecek gibi değil.
SDG açısından mesele artık sadece sahada var olmak değil.
Asıl mesele, KALICI BİR POZİSYON bulmak.
ABD’nin bölgedeki rolü net değil, Suriye rejimiyle entegrasyon meselesi askıda, Türkiye faktörü ise her zamankinden daha belirleyici.
Bu noktada Ankara’dan gelen son açıklamalar da dikkat çekici.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın, SDG’nin Suriye rejimiyle entegrasyon konusunda istekli davranmadığına dair vurgusu, sahadaki bu arayışı daha görünür kılıyor.
10 Mart Mutabakatı çerçevesinde konuşulan entegrasyon başlığının askıda kalması, SDG’nin neden yeni temas ve denge alanları aradığını da açıklıyor.
Bu isteksizlik ile İsrail’in sahadaki hareketliliği yan yana konulduğunda, ortada tesadüflerle açıklanamayacak bir eş zamanlılık ortaya çıkıyor.
Bu tablo, SDG’yi “geçici bir güç” konumundan çıkma arayışına itiyor.
Yani mesele askerî olmaktan çok, MEŞRUİYET meselesine dönüşüyor.
Tam da bu noktada “kadın tümenler” gibi başlıklar karşımıza çıkıyor.
Bu tür iddiaları yalnızca askerî bir düzenleme olarak okumak eksik kalır.
Burada aynı zamanda uluslararası kamuoyuna verilen bir mesaj var:
“Ben sadece silahlı bir yapı değilim, modern, farklı ve konuşulabilir bir aktörüm.”
Bu, klasik bir ordu kurma çabasından çok, İMAJ VE ALGI İNŞASIDIR.
***
PEKI İSRAİL BU TABLODA NEREDE DURUYOR?
İsrail’in Suriye’nin kuzeyinde doğrudan bir askerî varlığı yok.
Ancak bölgede İran etkisini sınırlamak, güney sınırlarını güvenceye almak ve vekil güçler üzerinden denge kurmak gibi net öncelikleri olduğu da biliniyor.
Bu nedenle SDG–İsrail hattı konuşulurken dikkatli olmak gerekiyor.
Bazı stratejik raporlarda, İsrail’in bölgedeki su ve enerji hatları üzerindeki etkisini artırmaya yönelik uzun vadeli projelerden de söz ediliyor.
Bu çerçevede zaman zaman dile getirilen “Davud Koridoru” gibi başlıklar, sahadaki askeri denklemin ötesinde, jeopolitik ve enerji merkezli bir okumanın da yapıldığını gösteriyor.
SDG kontrolündeki alanların bu tür senaryolarda bir “köprü” olarak anılması, İsrail’in neden kuzey hattını yakından izlediğine dair ipuçları sunuyor.
Burada “ittifak” gibi büyük kelimelerden çok, ÇIKARLARIN ZAMAN ZAMAN ÖRTÜŞEBİLECEĞİ ZEMİNLER söz konusu.
Yani bugün için konuşulan şey, bir askerî ortaklıktan ziyade;
aynı coğrafyada, benzer tehdit algıları üzerinden oluşabilecek temas ihtimali.
YPG–PKK tartışmasının yeniden gündeme gelmesi de tam bu noktada anlam kazanıyor.
SDG’nin kendini farklı bir yapı olarak konumlandırma çabası sürerken, sahadaki kadroların geçmişi bu ayrımı her seferinde zorlaştırıyor.
Ve şu soru kaçınılmaz hale geliyor:
SDG, geçmişini ne kadar geride bırakabilir?
Ve uluslararası aktörler bu ayrımı gerçekten ne kadar önemsiyor?
Bugün SDG’nin verdiği mesajlar; ABD’ye, Avrupa’ya, İsrail’e ve elbette Türkiye’ye yönelmiş durumda.
Bu mesajların ortak noktası ise şu:
“Beni sadece bugünkü tanımlarla okumayın.”
Ancak Ortadoğu’da hiçbir aktör, kendine yeni bir rol ararken bunu tek başına yapamaz.
Her arayış, başka hesapları da harekete geçirir.
Bugün SDG–İsrail hattına dair konuşulanlar henüz netleşmiş bir tablo sunmuyor.
ABD cephesinden gelen son mesajlar da bu tabloyu daha karmaşık hale getiriyor.
Donald Trump’ın Aralık ayı başındaki açıklamasında İsrail’e, Suriye ile güçlü bir diyalog kurma çağrısı yapması, sahadaki kartların yeniden karıldığını gösteriyor.
Bu tür mesajlar, SDG açısından da yeni bir kapı aralıyor:
Yalnızca bir vekil güç değil, İsrail üzerinden Şam’la dolaylı temas kurabilen bir meşruiyet öznesi olma ihtimali.
Ama sahada oluşan boşlukların, yeni arayışları hızlandırdığı açık.
Bu yüzden mesele, “oldu mu, olacak mı” sorusundan çok daha büyük.
Asıl soru şu:
Suriye’nin kuzeyinde, sessizce yeni bir denklem mi kuruluyor?